blankEski zamanlarda tanrıların ruhlarına ev sahipliği yapan ormanlarla kaplı bir yer vardı. Orada insanlar ve hayvanlar birlik içinde yaşarlardı. Ama bir zaman sonra büyük orman yok edilmeye başlandı. Ormanı korumak için içlerinde büyük orman ruhunu taşıyan devasa hayvanlar harekete geçti. İşte o anda tanrılar ve şeytanlar hayata döndü.

Prens Ashitaka topraklarında huzur içinde yaşayan eski ve köklü bir kabilenin son varisidir. Bir gün ormanın katledilmesine dayanamayan bir tanrının şeytana dönüşen hali tarafından köyü saldırıya uğrar. Ashitaka köyünü kurtarmak için şeytan ile savaşır. Sonunda köyü kurtulur fakat o şeytanın lanetine uğrar. Kolunda oluşan yara izi bunun kanıtıdır. Bu iz zamanla tüm vücuduna yayılacak ve onu ölüme sürükleyecektir. Tek çaresi vardır. Doğuya gidip ormanın ruhunu bulmak. Nefretle örtülmemiş gözlerden gerçeği görmek…

Böylece yol genç prens için kaçınılmaz olur. Köyünü terk eder ve sadık geyiği ile yollara düşer. Yol onu kendine derviş diyen bir köylü ile karşılaştırır öncesinde. Dervişe başına gelenleri anlattığında adam yüzünde vakur bir ifadeyle durumu özetler tüm dünya adına.

Lanetlendiğini söylüyorsun. Ne olmuş? Herkes lanetlendi…

Ashitaka sorularına cevap bulmak için çıktığı macerasında kafası daha da karışmış olarak ilerler. Yolda gördüğü iki yaralı adamı kurtarmak için verdiği mücadele onu güzel bir kızla karşılaştırır. Beyaz bir kurdun kanlı boynunu emen bu kız ona git buradan der. Prens kurtardığı yaralıları yuvalarına döndürmek isteğine engel olamayınca kafasında bu vahşi güzelin yüzü ile maden şehri olarak bilinen ve güçlü silahların yapıldığı leydi Eboshi’nin yönetimindeki şehre girer. Buranın halkı hayat kadınlarından ve cüzzamlılardan oluşmaktadır çoğunlukla. Leydi onlara bir yuva vermiştir ve karşılık olarak onlardan ormanın tanrılarını öldürebilecek kadar güçlü silahlar üretmelerini beklemektedir.

Ashitaka böylece kalbinde ormanın prensesi, içinde ne olursa olsun yaşayan herşeye duyduğu eşit sevgi ve kolundaki lanet arasında soluksuz bir maceraya sürüklenir.

blank

Prenses Mononoke 1997 yapımı orijinal adı Mononoke Hime olan Hayao Miyazaki imzası taşıyan bir japon animedir. Mononoke özel bir isim olmamakla beraber japonca da ruhlar ve canavarlar için kullanılan genel bir terimdir. Usta, yapımın senaryosunu da kendisi yazmıştır. Animelerin Star Wars’u olarak bilinen bu animasyon efsanesi, gösterimde olduğu tarihte gişe rekorlarına imza atmıştır. Ustanın en bilinen ve başarılı bulunan yapımlarındandır. İzlenmeye başlandığı anda seyirciyi sarıp sarmalayan anime daha sonra Hollywood’un ünlü oyuncuları tarafından da seslendirildi ve ingilizce’ye adaptasyonunu Neil Gaiman gerçekleştirdi.

Prenses Mononoke sunduğu karakterler, aksiyon dolu sahneleri ve izleyicinin kafasında çizginin ete kemiğe bürünmesi sağlayan tekniği ile bir çok tarzın karışımı olarak görülebilir. Orman canlılarının gözler önüne sunduğu büyü, dev mitolojik karakterleri, aşk ve şiddetin iç içe geçtiği sahneler bir çok açıdan yapımı bir çocuk çizgi filmi olmaktan uzaklaştırır. Tabi ki usta tüm bu unsurları her zamanki naif anlatımıyla izleyenini irrite etmeden vermeyi başarmıştır. Anime sonuna yaklaştığında ağzımızda acı- tatlı bir aroma bırakarak bizi gerçek yaşamlarımıza uğurlar.

blank

134 dakika süresince kahramanlarımızla çıktığımız yolculuğu efsaneleştiren müziklerinde ise Joe Hisaishi’yi görüyoruz. Onun tınıları eşliğinde orta çağ Japonya’sında renklerin, sevginin ve nefretin birbirine sarıldığı bir maceranın kollarına atılıyoruz. Hayao Miyazaki animelerin üstadı olarak adını duyurduğu yapımlarında çizdiği kendine has çizgileri bu animesinde de bozmamış. Gördüğümüz her bir ayrıntı bize onun ismini fısıldıyor.

İnsanlar son savaş için toplanıyorlar. Silahlarında ki ateş hepimizi yakacak!

Doğada yaşayan her canlının kendine ait bir ruhu vardır. Yaradılışından gelme güdüleri… Ne yazık ki insanoğlunun en güçlü güdüsü var olanı kendi çıkarına kullanma, engel olanı da yok etme… Hayao ustanın nazik anlatımında gerçeğinden bir parça acı aroma alarak bize göstermeye çalıştığı yok etmiş olduklarımız. Yeşilimiz… Bize ruhumuzu yaşatma şansı veren doğa… Kendi ruhumuzu silahlarımızdan çıkan ateşe verdiğimiz sürece bizde bu ateşin içinde yanmaktan kurtulamayacağız. Ve ne yazık ki bu masal da olduğu gibi ne olursa olsun yeniden kendini iyilik için dönüştürecek güçlü mitolojik karakterlere sahip değiliz. Ormanlar ölüyor, doğa ölüyor, biz ölüyoruz.

Herşeyi bir kenara bırakıp neleri kaybettiğimizi bir kez daha, bu defa nefretle örtülmemiş gözlerle görmek istiyorsanız Prenses Mononoke burada. Ruhlarınız da öldürmediğiniz sürece içinizde. Sizden sadece geri gel demenizi beklemekte… Ruhunuzla…

blank

Melahat Yılmaz Özberk

1981 Ankara doğumlu... Anadolu Üniversitesi Türk dili ve Edebiyatı bölümünde okuyor. Gölge- e Dergi ve Öteki Sinema’da çeşitli film eleştirileri ve hikâyeler yazıyor. Tek dileği yazacak sözlerinin bitmemesi ve bunları sayfalara dökebilmek…

1 Comment Leave a Reply

  1. “Miyazaki Baba” diyip, sağ elini eyvallah ♥ kabilinden kalbinin üstüne götüren biri olarak, ötekisinema yorumuyla Miyazaki filmlerini okumak gerçek çok hoş bir tecrübe. Elinize sağlık.

    Sinema izleyicisi ve Ötekisinema okuyucusu olarak Miyazaki gibi fenomen bir ismin çalışmalarını daha parçalayıcı irdelemeniz biraz daha güzel olurdu. Yapısökümcü yorumlar gibi yani :)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

From Up On Poppy Hill (2012)

Tepedeki Ev’in, Tetsurô Sayama’nın 1980 tarihli shojo manga’sına dayanan hikâyesi
blank

Gedo Senki / Tales From Earthsea (2006)

Tales From Earthsea, fantezi edebiyatın en sevilen serilerinden Yerdeniz'i konu