Kocaman ağızlı, çirkince bir adam. Gülünce otuz iki dişi birden görünüyor. Çok da sevimli öte yandan. Safça, yönlendirilmeye müsait ama kendinden yana akıllı. Özünde bir güzel adam. 70’li ve 80’li yıllarda işporta tezgahlarında baş köşeyi zapt eden yuvarlak cep aynalarından birini tutuyor elinde. Kim bilir kaç nesil, gene aynı işporta tezgahlarından gelen, abanoz renkli, ince dişli tarakla beraber kıç cebinde taşıdı bu aynaları.
Çirkin adam neşeli. Umut dolu. Sevinçli bir olayın arifesinde belli ki. Yatmadan önce aynasını çıkarıp son bir defa bakıyor kendine gururla. Gördüğü manzaradan memnun:
“Güzel adamım, güzel! Allah övmüş de yaratmış. Maşşallah!”
Tanrıların Echo’ya yüz vermeyen kibirli Narcissus’a lanetidir kendi kendine aşık olmak. Bir su birikintisinde kendi aksini gören Narcissus kalakalır öylece.
Hikayenin değişik versiyonları vardır. Kimi der ki yemeden içmeden kesilir Narcissus. Kimi de der, kendi görüntüsüne kavuşmak isteyen Narcissus suda boğulur. Bir başkası da der ki zaten kavuşamayacağını bildiği için suya kasten atlayıp intihar eder.
Lanete farklı yorum getirenlerden biri de Marcel Proust’tur.(1) Daha önce bir başka yazı için de kullandığım alıntıya göre asıl günah kibir değil iletişimsizliktir. Lanet ise kendi kendine aşık olmak değil, duvarları aynadan yapılmış bir kabın içine hapsolmak ve ölene kadar kendi duygu ve düşüncelerini başkalarının düşünceleri, kendi sesini başkalarının sesi ve kendi görüntünü başkalarının görüntüsü sanmaktır. Bunların, içinde hapis kaldığı kabın duvarlarına çarpıp geri dönen kendi duyguları, düşünceleri ve kendi sesi olduğunu fark etmemektir. Lanet eşitlikçidir. Niceliği değişse de niteliği aynıdır. Kimine çerçevesi altın varaklı boy aynaları, kimine arkasında “artiz” resimli kıç cebi aynası… Ne fark eder?
Çiçek Açmış Genç Kızların Gölgesinde, Marcel Proust, Sf: 164, YKY, 2001