Netflix, dijital platformlar okyanusunda hala en büyük balina olabilir ancak bu balina, Türkiye’deki yerel sularda pek de rahat yüzemiyor. Global gücüne ve uluslararası kütüphanesine fazla güvenen Netflix, yerli içeriklerde yenilikçi olmayı, risk almayı ve izleyiciyi gerçekten önemsemeyi unuttu. Çağatay Ulusoy ve Serenay Sarıkaya gibi “güvenli” oyunculara yaslanarak sürdürülen içerik üretme stratejisi izleyiciyi uzun vadede platformdan uzaklaştıracak gibi görünüyor.
-Alın size kimsenin, daha doğrusu Netflix galalarına davet edilmemekten korkanların yazamayacağı türden bir yazı. Bu yazıya ihtiyacımız olduğunu düşünüyorum. Bizden öte Netflix Türkiye yöneticilerinin ihtiyacı, ancak onlar umursamayacak, yazanın üstünü (bir kez daha) çizecekler. Yine de kulaklarına kar suyu kaçıralım isterim.-
Netflix Türkiye’nin başı büyük dertte ama henüz farkında değil. Hani aksiyon filmlerinde kahramanın ortalığı dağıtmadan önce söylediği beylik bir laf var ya, “sen öldün ama henüz farkında değilsin” diye. Bizim yerli platformları o kahramanın yerine koyabilirsiniz, zira hepsini yeni abone bulma ve elinde tutma konusunda başarılı buluyorum. Orijinal yerli içerik aradığımda, “Çağatay Ulusoy’u bu kez hangi rolde oynatmışlar acaba” diye düşünmek yerine BluTV, Gain, Exxen tarafına bakıyorum ve bu platformlar yerli dizi seyretme ihtiyacımı fazlasıyla karşılıyorlar. Üstelik üçünün toplam abonelik bedeli Netflix aboneliğinden ucuz!
Açıkçası Şahmaran’ın 2. sezonu umurumda değil, Zeytin Ağacı kadınlarının şımarık tutkularını izlemek de istemiyorum. Gibi, Prens, Dengeler, Ayak İşleri, İlk ve Son… Bana bunlarla gelin! Peki… Bu noktaya nasıl geldik? Netflix’le yollarımız ayrılmadan önce son bir kez uyaralım.
Bir zamanlar dijital platformlar diye bir şey yokken, sinema ve TV dünyası kendi yağında kavruluyordu. Sonra Netflix adlı dev dijital okyanusa düştü ve tüm düzeni yerle bir etti. O güne kadar buralar hep dutluktu. Sinemalar vardı, televizyonlar vardı ama Netflix gelince yeni bir düzen başladı. Şimdi tablonun arkasını çevirelim. Bu dijital devin Türkiye operasyonlarına bakınca, ortaya çıkan tablo pek de öyle “devrimci” değil.
Netflix diye aldık Çağatayflix çıktı!
Netflix’in yerli yapımları bir utanç vesikası gibi ortada duruyor. Ellerinde devasa bütçeler, inanılmaz teknik imkanlar var ama ortaya çıkan işler tek kelimeyle berbat. Burada asıl soru şu: Bu bir beceriksizlik mi yoksa bilinçli bir tercihin ürünü mü?
Eski Netflix Türkiye İçerik Direktörü Pelin Diştaş, 2019 yılında verdiği bir söyleşide “Zengin kültürel birikimimizi dünyaya anlatacak yetenekli senaristlere, oyunculara ve yönetmenlere fazlasıyla sahibiz” demiş. Ben bu söylemin altını dolduracak pek bir şeyle karşılaşmadım. Birkaç istisnayı saymazsak platformun yapımları turistik bir kartpostaldan ötesi değil.
Netflix, yerli içerik üretiyor diyorsak da aslında doğruyu söylemiyoruz. Daha doğru bir tanım: Yüzeysel içerik şovu. Çağatay Ulusoy’un parlatıldığı projelerle dolu bir katalog oluşturulmuş ve sanırım Netflix için yeterli olan da bu. Başrolde popüler bir isim, arka planda “pahalı” görünen bir prodüksiyon, ortada ise tekdüze, derinliksiz senaryolar. Hepsi birbirinin kopyası, hepsi birer vakit doldurma aracı.
İtiraf edeyim, Çağatay Ulusoy Türkiye’nin en tanınmış oyuncularından biri. Karizmatik, yetenekli ve ekranları dolduran bir enerjiye sahip. Ancak Netflix’in Türkiye’deki stratejisine bakınca, sanki başka oyuncu yokmuş gibi Çağatay Ulusoy’la çıkılmadık dizi, çekilmedik film kalmadı. “Bir platform bu kadar güvenli oynar mı?” diye düşünmeden edemiyorum. Netflix’in yerli yapımlarına baktığınızda, karşınıza hep aynı yüzler çıkıyor. Çağatay Ulusoy ve Serenay Sarıkaya başta olmak üzere, belli başlı oyuncular adeta abone toplamaya değil, izleyiciyi kaçırmaya programlanmış gibi ya da Netflix 30-45 yaş arası aşk arayışındaki beyaz yakalı kadın seyirciden başkasını umursamıyor. “Aboneliğimize parası yetene dizi çekelim” kafası ne saçma!
Hadi diyelim ki Çağatay Ulusoy sadece bir başlangıçtı ama bu başlangıç neden bir türlü sona ermiyor? Yoksa Netflix’in Türkiye’de yerli yapımlarına yönelik stratejisi “çağataylandırma” üzerine mi kurulu? Yani her yeni dizide ve filmde onu görmek, izleyicinin gözünde bir “Netflix Türkiye: Çağatay Ulusoy” denklemine dönüşüyor. İnsanlar artık “Hangi yeni yüzle tanışacağız?” diye sormuyor; “Acaba Çağatay Ulusoy bu kez hangi kostümle karşımıza çıkacak?” diyorlar.
Çağatay Ulusoy’dan bahsetmişken, Serenay Sarıkaya’yı es geçmek olmaz. Netflix Türkiye için Serenay Sarıkaya da başka bir maden. Bu oyuncunun popülerliği üzerinden oynanan strateji, yine aynı güvenli alanın içinde kalmakla sonuçlanıyor. Serenay Sarıkaya, Netflix’in yerli yapımlarında sürekli öne sürülen isimlerden biri. Peki ya farklı oyuncular? Türkiye’nin genç ve yetenekli oyuncu havuzuna ne oldu? Netflix, sadece “marka yüzü” olmakla yetinen oyuncuları tercih ediyor. Halbuki izleyici farklı yüzler ve yeni yetenekler görmek istiyor.
Risk almak mı, o da ne? Netflix, yenilik korkusuyla hareket eden bir dev. Evet, globaldeki dizilerde ve filmlerde sınırları zorlayan yapımlar ortaya koyuyor olabilir. Ama iş yerli yapımlara geldiğinde, tam anlamıyla “eski tas eski hamam.” Netflix, Türkiye’deki izleyiciye adeta şu mesajı veriyor: “Siz yenilik aramayın, size ne versek izlersiniz.”
Cem Yılmaz: Yaratıcılığı Dizginlenen Usta
Netflix’in Türkiye operasyonlarında belki de en dikkat çeken hamlelerden biri Cem Yılmaz ile yaptığı işbirliği oldu. Cem Yılmaz, Türkiye’nin en yaratıcı isimlerinden biri. Mizah anlayışı, keskin zekası ve özgün diliyle kitleleri peşinden sürükleyen bir sanatçı. Ama Netflix ile çalışmaya başlayınca işler biraz değişti. Cem Yılmaz’ın yaratıcılığı bile bu dev platformun sınırları içinde sıkışıp kaldı.
Netflix’in Cem Yılmaz’a verdiği bütçeler büyük olabilir ancak yaratıcılığı parayla ölçemezsiniz. Cem Yılmaz’ın Netflix’e hazırladığı içerikler, evet, hala zekice ve komik ama sanki o doğal özgünlük bir nebze kaybolmuş gibi. Netflix’in yerel yapımlara yaklaşımı, yaratıcılığı değil, kontrolü ve güvenliği ön plana koyuyor. Bir nevi “yarat ama bizim kurallarımızla” demek bu. Sonuç olarak Cem Yılmaz bile bu sansür ve “global hit olma” kaygıları arasında istediği gibi esip gürleyemiyor. İzleyiciye ulaşan işler de bu kadar kontrollü olunca, doğal olarak beklentilerin altında kalıyor.
Kimse Şahmaran İçin Netflix’e Abone Olmuyor!
Peki, Netflix market yoğurdu, diğerleri köy yoğurdu mu satıyor? Sanırım öyle… Diğer dijital platformlara baktığımızda, yerli içeriklerin ne kadar etkili olduğunu rahatça görebiliyoruz. BluTV, Gain ve Exxen gibi daha küçük platformlar yerli yapımlarla büyük bir fark yarattı. Prens, Ayak İşleri, Gibi ve Dengeler gibi diziler, abone sayısını artıran ve izleyiciyi orada tutan yapımlar oldu. Bu diziler insanları platforma çekmekle kalmayıp sadık bir izleyici kitlesi de oluşturuyor. Peki ya Netflix? Şahmaran gibi büyük beklentilerle duyurulan dizilerin bile kalıcı bir etki yaratamadığı aşikar. Netflix, Türkiye’de yeni bir dizi çıkardığında, kimsenin “Bu dizi için Netflix’e abone olmalıyım!” demediğini fark ediyorum!
İşin doğrusu; Netflix uluslararası içerik kütüphanesine fazla güveniyor. Stranger Things, The Witcher ya da Money Heist gibi global hitlerle izleyiciyi elde tutmaya çalışıyor. Oysa Türkiye pazarı bu kadar büyük bir platformdan daha fazla yerel içerik, daha fazla yenilik bekliyor ama Netflix yerel pazara geldiğinde, global markasına o kadar güveniyor ki, yerli yapımlar sanki “ekstradan” yapılmış gibi duruyor. Uluslararası hitlerin yanında “eh, size de bir şeyler yapalım” havası hakim. Bu strateji kısa vadede işe yarayabilir ama uzun vadede izleyici kaybına yol açar. Türkiye’de yerli içerikler üzerine kurulu stratejiler izlemeyen bir dijital platformun başarılı olması mümkün değil.
Netflix Eleştirmeni Öldürüyor!
Netflix’in eleştiriyi nasıl öldürdüğüne dair ortada net bir tablo var. Galalar, özel davetler, influencerlarla kurulan işbirlikleri… Tüm bunlar, bir zamanlar izleyicinin güvenebileceği eleştirmenleri, platformun pazarlama aracına dönüştürdü. Eskiden yapımların kalitesini ortaya koymak, izleyiciye rehberlik etmekle mükellef eleştirmenler, bugün Netflix’in galalarında boy gösterip platforma methiyeler diziyor. Bu strateji, sadece eleştiriyi öldürmekle kalmıyor, izleyiciyi de sistemli bir şekilde yanıltıyor.
Netflix, kötü içeriklerinin -bu yazıda olduğu gibi- yerden yere vurulmasından çekinmiyor çünkü eleştiriyi kendi lehine manipüle etmenin yolunu çoktan buldu. Galalara davet edilen eleştirmenler platforma sert çıkmaktan kaçınıyor çünkü bu davetler, influencer etkinlikleri ve hediyeler, onların platform ile olan ilişkilerini perçinliyor. Bir eleştirmen ya da influencer, kötü bir yapımı eleştirmek yerine, galada giydiği kıyafetleri, aldığı hediyeleri ya da Netflix’in sunduğu “ayrıcalıkları” paylaşıyor. Böylece gerçek eleştirinin sesi boğuluyor.
Bu strateji, medya dünyasında eleştiriyi zayıflatan tehlikeli bir taktik. Bir yapım ne kadar kötü olursa olsun, onu öven influencer ve eleştirmenler yüzünden sosyal medyada sürekli olumlu yorumlar görüyoruz. Gerçek eleştirinin sesi kısıldıkça, izleyiciye sunulan içeriklerin kalitesi de düşüyor. Eleştirmenler artık Netflix’in çıkarlarını koruyan figürlere dönüştü. Sektörden dostlarıma soruyorum, yazdıklarım yalan mı?
Parayı veren diziyi çeker mi!
Netflix, yerli yapımlara devasa bütçeler harcamasına rağmen, aynı etkiyi yaratamıyor. Yani para her şey demek değil. BluTV, Gain ve Exxen gibi platformlar daha küçük bütçelerle çok daha etkili işler çıkarabiliyorken, Netflix’in yerli yapımlarında bu denli sönük kalması platformun yerel pazardaki stratejisini ciddi anlamda sorgulatıyor.
Okuyana komplo teorisi gibi gelecek ama bana göre Netflix yalnızca bir eğlence platformu değil, aynı zamanda bir yaşam tarzı inşa etmek için kullanılan medya aygıtı. Netflix’in yerli yapımlarındaki asıl hedefi, kitleleri dönüştürme, onlara bir düşünce sistemi ve yaşam tarzı dayatma amacı taşıması olabilir.
Aslında Netflix’in geniş kitleler tarafından izlenmesi için “iyi” içerik sunmasına gerek yok. Netflix geniş kitlelerin zihninde bir norm oluşturuyor. Tıpkı Starbucks’ın kahve kültürünü bir sosyal statü sembolüne dönüştürmesi gibi, Netflix de medya tüketimini belirli bir yaşam tarzının parçası haline getiriyor. Bu kitle için önemli olan, o platformu kullanmak, o dizileri izlemek. İçerik kalitesi ikinci planda kalıyor; önemli olan tüketim kültürünün bir parçası olmak. Çağatayflix diyerek tiye almam boşuna değil; platform, pahalı görünen ama içi boş projelerle bu işi layıkıyla yapıyor.
Sonuç? Netflix, Türkiye’de içerik üretirken bizi aptal yerine koyuyor. Paranın gücüne dayanarak, devasa bütçelerle bile doğru düzgün bir şey ortaya koyamıyor çünkü dert kaliteli iş yapmak değil, oyalamak ve biz de bu sıkıcılık adasında mahsur kalmış gibiyiz ve belki de bu yüzden, esas yaratıcı işler, Netflix’in uzağında, düşük bütçeli ama cesur projelerde ortaya çıkıyor.
Şunu da ekleyip yazımı bitiriyorum; BluTV, Warner Bros sermayesini arkasına alarak Alper Çağlar’ın tutku projesi olan İlk Göktürk filmine büyük yatırım yaptı.
Dağ serisi ve Börü dizisi ile hatırlayacağınız Alper Çağlar, oldukça yetenekli bir sinemacı. Filme verilen emek inanılmaz. Devasa setler, müthiş kostümler… Ve Netflix’in buna verebilecek bir cevabı yok. Muhtemelen Zeytin Ağacı 3. sezonu çekerler ve seyircinin beynine aile dizilimi/açılımı konusunda daha da saçma fikirler sokarlar!
Netflix Türkiye yöneticileri tam da sallanıp yuvarlanıp kendisine gelmesi gereken yerdeler ama bunu asla yapmayacaklar! Netflix artık aboneye, “acaba iptal mi ettirsem” dedirtecek kadar pahalı ve yerli yapımları tatsız tuzsuz. Aslında önlerinde Disney’in Türkiye operasyonunun muhteşem batışı duruyor ama bu özgüven kör ediyor olmalı. Paşa gönülleri bilir, patron her zaman seyircidir. Size tavsiyem, paranızı gerçekten yaratıcı işlere, yetenekli sinemacılara ve farklı oyunculara yatıran platformlara harcayın.
Murat Tolga Şen – murattolga@gmail.com