The Voices (2014) 1 – the voices poster ryan reynolds fb

The Voices (2014)

21 Şubat 2015

RYAN REYNOLDS KELLENİZİ ALACAK!

     Gelin kabul edelim, 2014 yılı sinema adına uzun zamandır yaşanan kabızlık sürecinin ardından mideye gömülen müshil ilacı etkisi yarattı bünyelerde! Hemen hemen her mecrada karşımıza yüzümüzü güldürecek kaliteli yapımlar çıktı. 2015 yılı bu denli bonkör olur mu bilinmez lakin karşımıza çıkan ilk örneklere bakacak olursak, geçtiğimiz yıl olduğu gibi sinema perdesine yine sağlam kroşeler inebilir.

      Son yılların en cafcaflı tür örneklerine, öyle köşeyi bucağı fazla eşelemeden ulaşmayı başarırken, tür parodileri konusunda da açlık çekmedik diyebiliriz. Yılın en hoş sürprizleri yine bağımsız arenada karşımıza çıktı. Jemaine Clement ve Taika Waititi ikilisinin sarımsak kokulu enfes vampir mockumentary örneği olan What We Do In The Shadows bir taraftan; Tommy Wirkola’nın, izleyiciyi kendisini suçlu hissedeceği ölçüde edepsizce eğlendiren ceset deryası vahşet senfonisi Dead Snow 2: Red vs. Dead diğer taraftan, ikinci bir Human Centipete vakası olmanın direğinden dönen ve türün meraklılarının önemli bir kısmı tarafından ipe gönderilmesine rağmen, eğlenceli bulanların sayısının da azımsanamayacağı Kevin Smith imzalı Tusk beri taraftan etrafımıza parodi duvarı ördü.

the voices003

     Daha önce Persepolis ve Chicken With Plums filmlerinde Vincent Paronnaud ile çalıştıktan sonra  yollarını ayıran ve öncül eserlerindeki mizah dilini yeniden yakalamayı hedefleyen Marjane Satrapi’nin yeni alametifarikası The Voices da yılın ilk tür “parodimsisi” olarak dikiliyor karşımıza. Satrapi’nin aradığı tadı yakalayıp yakalayamayacağını merak edenlerin, içlerini ferah tutmalarını söylemek isterdim ama…

     Her şeyden önce The Voices için bildiğimiz anlamda bir parodi örneği yakıştırmasını yapabilir miyiz emin değilim. Tucker ve Dale’in daha saftirik bir muadili kıvamındaki Jerry’nin trajik öyküsünün doğrudan doğruya bir mizah deposu olduğunu iddia etmek pek de kolay değil. Forest Gump’ın eli kanlı versiyonu olarak da kabul edebileceğimiz Jerry, kendisiyle konuşabilen kedi ve köpeği, sürekli aynı rutini yaşasa da, pek de şikayetçi olmadığı paketleme işi, psikoloğunun önerisiyle dış dünyaya adapte olmaya çalıştığı zoraki sosyalleşme hamleleriyle; görünürde “sıradan” bir hayat yaşamakta olan ve aslında öyle pek de sıradışı olmayan bir psikopat. Fakat zaman içerisinde Jerry’nin nev-i şahsına münhasır sosyopatlığının, dost canlısı köpeği ve kediler aleminin baltalı ilahlığına soyunan sinir bozucu pisi pisisi ile olan gergin diyaloglarının ve çalıştığı şirketteki insanların tulumlarından, koli bantlarına kadar neden her şeyi şeker pembesi renginde gördüğünün sebepleri de yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Çözülmeyi gerçekleştirecek olan ise duygusal terminatör Jerry’nin “yanlışlıkla” işlediği bir cinayet oluyor. Peki Jerry bu cinayeti gerçekten de istem dışı mı işliyor dersiniz?

the voicesThe-Voices

      Satrapi’nin bizzat mürekkep damlattığı ve kendine has hınzır mizah anlayışıyla bezediği öykü, sürpriz son tahminlerine prim veren izleyici için pek de iştah açıcı bir içeriğe sahip değil kabul edelim. Zaten tahmin varyasyonlarınızla filmin ortasına delikler açmaya kalkarsanız, seyir süresinin sonunda muhtemelen kevgire dönmüş bir vahşet senfonisinden fazlası kalmayacak elinizde. Satrapi de, artık izleyicinin ilk aklına gelen şizofreni geyiğini, filmin finaline meze yapmaya yanaşmıyor. Tersine bütün kartlarını şizofreni mefhumu üzerine diziyor. Zaten nörolojik sıkıntısının farkında olan bir karakter var bu defa karşımızda. Bu sıkıntıyı aşabilmesi ise sadece ilaçlarının zamanında almasına bakıyor. Fakat genç adamın derdi zaten kendisini yalnız ve mutsuz hissetmesine sebep olan bu hayatı yaşamak istememesi. Bu sebeple de psikoloğunun uyarısını kulak ardı ederek ilaçlarını almadan, kendi zihninde yarattığı kusursuz oyun bahçesinde koşturmaya devam ediyor. Ta ki birilerinin kanı oluk oluk akana kadar…

     Jerry’nin yakın çevresindekileri kıtır kıtır doğrama motivasyonunun ardındaki trajik sebebe baktığımızda, film kan revan miktarı yüksek, salt korku – gerilim parodisi olmaktan çıkıyor. Yani çok geçmeden Satrapi’nin nihai amacının, izleyiciyi eğlendirmek ya da gerilim parodisi külliyatının tepesine bir örnek daha iliştirmek olmadığını anlıyoruz. Anlıyoruz anlamasına da filmin sağ gösterip sol çakma gibisinden bir amacı da yok. Hal böyle olunca da Jerry’nin küçük çaplı katliam partisi sonra erdiğinde “eeee peki ya sonra?” sorusundan fazlası da kalmıyor elimizde.

the voices002

     Daha önce Paper Man filminde Richard Dunn’ın hayali arkadaşı olan Captain Excellent’ı ete kemiğe Ryan Reynolds’un, hem hayvanlarla hem de cesetlerle konuşan Jerry suretinde karşımıza Satrapi’nin şakalarından biri midir bilinmez fakat The Voices’ın kesinlikle kadrodaki isimlerin tamamı adına ilginç bir deneyim olduğu söylenebilir. Reynolds’un saftirik katliam makinesi olan Jerry rolünde hiçbir sıkıntısı yok. Fakat Jerry’nin etrafındaki hemen hemen her şey izleyici olarak bizlere de en az genç adama olduğu kadar uzakta. Bu mesafenin bile isteye ayarladığını düşünmek hata değil ama sadece Jerry’nin sosyopat kişiliği ile itile kakıla yol alan öykü bir noktadan sonra adeta kuru kuru öksürmeye başlıyor. Filmin orasına burasına kondurulan birkaç güzel fikir, filme manevra kabiliyeti kazandırsa da; totalde kafayı kırıp birkaç cinayet işleyen Jerry’nin kan banyosundan çok daha fazlası yok karşımızda. Sahip olduğu birkaç parlak fikir The Voices’ı türün sıradan örneklerinden biri olmanın direğinden döndüremiyor.

      Son tahlilde The Voices, kağıt üzerinde türün meraklılarını heyecanlandıracak potansiyele sahip gibi görünse de; ne avuç dolusu bir mizah patlamasına ne de izleyiciye dokunabilecek duygusal bir tona sahip. Jerry’nin öyküsü, emsallerine oranla biraz daha cazip bir ambalaja sahip olsa da kesinlikle doyurucu değil. Elbette türün iyi örneklerinin birkaç adım gerisinde durması The Voices’i kötü bir film yapmaz! Türün meraklılarının (ki burada “tür” derken neyi kastettiğim konusunda inanın benim bile net bir fikrim yok) seyir listelerine iliştirmelerinde hiç bir sakınca yok!

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Akanbo Shojo / Tamami: The Baby's Curse (2008) 2 – t06

Akanbo Shojo / Tamami: The Baby’s Curse (2008)

"Eyy Hollywood! Senin Chucky’in varsa, Japonya’nın Tamami’si var!” Akanbo Shojo
The Ultimate Conformist: Zelig (1983) 3 – Zelig 4

The Ultimate Conformist: Zelig (1983)

Doktor tavsiyesidir, uzun uykunuza dalmadan önce özellikle kötü bir günün