Bir Teknik Direktör Olarak Paul Verhoeven II 1 – Paul Verhoeven director

Bir Teknik Direktör Olarak Paul Verhoeven II

12 Aralık 2013

Bir önceki yazımda, Paul Verhoeven filmlerindeki şiddeti öznel kılan imgesel mutasyondan bahsetmiştim. Elbette ki yönetmenin sinemasındaki derinlik sadece bununla sınırlı kalmıyor.

Verhoeven Filmlerindeki İmgeler

unnamed (2)
RoboCop (1987)

Verhoeven’ın filmlerinde özellikle Hıristiyan Mitolojisi’ni konu alan pek çok imge görürüz. Örneğin RoboCop’ta (1987) alevler içindeki “HELL Motor Company” adlı mekandan yürüyerek çıkan Murphy, serseriler tarafından öldürülüp, cehennem ateşinde yandıktan sonra “RoboCop” olarak dirilmiştir. Ya da siyasi eleştiri ve hiciv içeren imgelere rastlarız; Starship Troopers’ta Amerika Birleşik Devletleri’nde silah edinmenin ne kadar kolay olduğu ve medyanın bu yasanın devamlılığı yolundaki çabası “Flaş Haber” sahnesinde işlenir. Askerler çocuklarının silahlarını kullanmasını ve onlar üzerinde hakimiyet kurmasını neşeyle izlemektedir. Seks; Hollywood’un genelindeki gibi izleyicinin ilgisini cezbetmeye yönelik bir süs değil, izleyicinin varlığından haberdar olduğu fakat yüzleşmek istemediği bir gerçek olarak sunulabilir. Cinsellikleri karakterlerin bir parçasıdır, filmin mutlu sonu değil. Tecavüze uğradıktan sonra eşcinsel olduğunu fark eden bir adam, arkadaşının nişanlısını baştan çıkarmaya çalışan bir asker ya da seksapelini kullanarak cinayetten yırtan bir kadın gibi… Şiddet, erotizm, bilimkurgu ve hatta grafik pornografi Star Wars ya da Independence Day’de asla göremeyeceğimiz kadar gerçek, kirli, normal olgunusuna muhalif ve kışkırtıcıdır. Bu nedenle bilimkurgu / blockbuster çekileceği zaman aklımıza gelen ilk düşüncenin “Keşke Paul Verhoeven çekse!” olması pek şaşırtıcı değil.

Verhoeven’ın B-Film Formülü

Yönetmenin bu yaklaşımı ilk yazımda da bahsettiğim gibi bir çok eleştiri almasına neden olmuştur. Mesela Starship Troopers’ta çocukların silahlarla oynadığı sahnede, eleştirmenler genç yaştaki izleyicilerin bunu yanlış anlayabileceği ve silah kullanımına özenebileceğini öne sürmüşlerdi. Fakat Verhoeven filmi çocuklarla birlikte izledikten sonra bu eleştirileri şu şekilde yanıtlamış: “Alınması gereken tüm mesajı aldılar. Gülmeye başladılar. Bizim ‘Bu ülkede herkesin silahı var!’ dediğimizi anladılar. Bundaki ironiyi fark ettiler.” Bu ironi, filmde lise çağında olan kahramanların savaş borazanları ile çatışmaya gidip, paramparça olmaları ile daha da belirgin hale geliyor. Bu parçalanmış vücutlar savaşın dehşet verici bir gerçeği ve yönetmenin bununla ilgili de anlamlı sözleri var: “Ben her zaman, her yönde limitleri zorlamayı sevmişimdir; ahlaki açıdan, cinsellik açısından, aksiyon açısından ve şiddet açısından. Her zaman ‘Bu asla yeterli değil!’ diye hissetmişimdir. Daima ‘Acaba daha fazlası olabilir mi, gerçeğe daha fazla yaklaşabilir miyiz?’ diye düşünmüşümdür. Çünkü bir savaş alanında korkunç şekilde yaralanmış ya da kolu bacağı kopmuş biri gördüğünüz anda, bu size ne yapar? Bence bu his sinemaya hiçbir zaman gerçekçi şekilde yansıtılmadı, hatta yakınından bile geçilmedi.”

Starship Troopers (1997)
Starship Troopers (1997)

Hollywood’ta ekseriyetle temiz, olabildiğince kansız, derli toplu organlarla ve karizmatik ölüm sahneleri ile işlenen bu durum, Verhoeven’ın filmlerinde kanlı, saldırgan, dayanılmaz derecede acı verici, gerçek bir şiddet olarak işlenir. RoboCop’ta Murpyh’nin parçalara ayrılması, Total Recall’da Richter’ın asansör sahnesi ya da Starship Troopers’da paramparça edilen askerler gibi. “Benim filmlerimde insan vücudunun etrafa saçıldığını görebilirsiniz. İnsan bedeninin kırılganlığına ve incitilebilirliğe yönelik bir hassaslığım var.” Verhoeven’ın bu yaklaşımı bilimkurgu filmlerine, türün özellikle kaçındığı tramva ve acı çekme hususlarını da ekleyerek “ilkel” bir gerçeklik duygusu katar. Bu derinlerde yatan şiddet tipik bir aksiyon filminin bile “B-Movie” mitinden faydalanmasını sağlayarak kendisini benzerlerinden ayırır. Verhoeven, bilimkurgu türündeki bir B-film senaryosunu ele alıp onu abartı ve ironi ile yabancılaştırmayı, böylece filmi “gerçek fikirlerin aktarılması için” bir araç olarak kullanmayı sevdiğini söylemiştir; silah politikaları ya da aşırı hevesli savaş taraftarlığının eleştirilmesi gibi. Böylece Verhoeven filmlerindeki şiddetin gerçekliği alt metnin alıgısındaki gerçeklik hissini de artırarak, Hollywood’un tipik yalanlarını su yüzüne çıkarır. Bir türlü ölmeyen kahramanlar, dünyanın dayağını yemesine rağmen acı çekmeyen adamlar, yüzeysel tramvalar ve askeri propagandadan başka birşey olmayan alt metin gibi. Tüm bunlar bir araya geldiğinde yüksek teknoloji ve yeni nesil imkanlarla yeniden çekilen (Remake) Verhoeven filmlerinin aslı kadar etkileyici olamamasının sebeplerini görüyoruz. Bunda seyircinin yıllardır süregelen doygunlaşma süreci, teknolojinin sıradanlaşması ve görsel efektlerin şaşırtıcı olmaktan çıkmasının da epey payı var. Ama imkanlar arttıkça içi boşalan Blockbuster / Bilimkurgu filmlerinin hiçbirinde Verhoeven’ın köşe taşlarının olmadığını fark ediyoruz. Şiddet gerçek değil, koreografik. Karakterler canla başla, yumrukla, tekmeyle, dişle, tırnakla değil estetik, planlanmış ve güzel görünmesi için uğraşılmış hamlelerle dövüşüyorlar. Eğer filmde bir kol kopuyorsa bu PG13 derecelendirmesine zeval getirmekten başka bir amaca hizmet etmiyor. Küfür, cinsellik, çatışma, aksiyon… Bunların hiçbiri Verhoeven’ın filmlerindeki kadar düz hatta sıradan değil. Bahsettiğim sıradanlık bir savaş sahnesinde etrafın parçalanmış cesetlerle dolu olması gibi bir sıradanlık. Asıl bunun olmaması sıradışı olurdu çünkü. Herşey temiz, sinematografik açıdan sanatsal ve gerçek olamayacak kadar özenli.

Verhoeven’ın Kadınları

Katie Tippel (1975)
Katie Tippel (1975)

Kadın karakterler mizojini ile suçlanan Verhoeven sinemasında günümüz örneklerine göre çok daha güçlü. Ünlü aktrist Renée Soutendijk’e göre Verhoeven filmlerindeki kadın karakterler istediklerini alana kadar dur durak bilmiyor. “Genellikle kazanıyor ve kimsenin yollarına çıkmasına izin vermiyorlar.” Katie Tipel güzelliğini kullanıp, oyunu kuralına göre oynayarak sınıf atlamayı başarıp sefaletten zevk-ü sefanın göbeğine geçiş yapabiliyor. Catherine Tramel dişiliğini ve cazibesini zekası ile harmanlayıp, cinayetten paçayı sıyırabiliyor. Nomi, tüm cesareti ile yola çıkıp, otostop çekerek Vegas’ın en büyük dansçısı olmaya gidiyor. Güzelliğin idealize edilmesinde Hollywood standartlarını çok zedeleyemese de (gerçi bu zaten Mısır’dan Antik Yunan dönemine kadar her zaman yapılmış birşeydir, sadece Hollywood’a maledilmesi insanfsızlık), yönetmenin kendi ülkesinde yaptığı filmlerde kadın vücudunun her formda, kiloda ve yaşta karşımıza çıktığını görüyoruz.

Katie Tippel (1975) Katie Tippel’de (1975) çıplak kadınların göğüsleri silikonlu değil, kimisinin göbeği var, kimisi etli butlu, kimisi kemikleri sayılacak derecede sıska. Bu konudaki tavrı ve görsellik anlayışı muhafazakar ahlak bekçilerinin sıklıkla tepesini attırıyor. Örneğin Spetters’ın galasında (1980) iki eşcinselin oral seks sahnesi “Hollanda gibi bir ülkede bile” muhafazakar ahlak savunucularının gösterileri ile bölünüyor. Hatta bu grubun bir adı bile var; NASA.

Spetters (1980)
Spetters (1980)

The Nederlandse Anti-Spetters Actie. Gerçi bizdeki ahlak savunuculuğundan farklı olarak, yine Avrupa Kültürü’nün zenginliğini barındırmayı da ihmal etmemişler. NASA’ya göre Spetters işçi sınıfındaki gençleri umutsuzluğa sürükleyen berbat bir film. İkinci Dünya Savaşı sırasında, henüz bir çocukken şahit olduğu kanlı savaş sahnesi Verhoeven’ın zihnini ta o günlerde şekillendiriyor; “Ben, ifade özgürlüğünün yılmaz bir savunucusuyum. Sorumluluklardan bahsettiğiniz anda şu soru aklıma geliyor; ‘Kötü olan şey nedir, onunu kötü olduğuna kim karar verir ve o kötülüğü yapan kişilere ne olur? Buna hangi zümre karar verebilir? Eğer Michael Medved’in (ünlü bir Amerikalı film eleştirmeni) düşündüğü gibi olsaydı Shakespeare’in Hamlet’i sahneye koymasına izin verilmezdi; “Ufff, bunda çok fazla ölüm var :(” Bir sonraki yazımda Paul Verhoeven’ın sinemasındaki cinsellikten ve karakterlerin cinsiyet rollerinden daha ayrıntılı olarak bahsedeceğim. Tekrar görüşmek üzere!

Öteki Sinema için yazan: Emel Bilge Çınar

blank

Emel Bilge Çınar

1985 yılında İstanbul’da doğdu. İlk sinema deneyimi Jurassic Park olmuştur. Animasyon ve VFX alanında eğitim almak üzere Amerika Birleşik Devletleri’ne gitti. Türkiye’ye döndükten sonra 3 yıl boyunca Post Producer olarak çalıştı. Bugünlerde bağımsız olarak 3D animasyon ve oyun yapımı üzerinde emek harcıyor. 2009′dan bu yana çeşitli mecralarda sinema ve TV üzerine yazılar yazmaya devam ediyor.

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Marilyn Monroe - Bölüm 2 2 – Marilyn Monroe 02

Marilyn Monroe – Bölüm 2

Norma Jeanne, Marilyn olma yolunda aksak adımlarla ilerlerken annesini anlamaya
Kelvin Tong Sineması 3 – Kelvin Tong 02

Kelvin Tong Sineması

Kelvin Tong imzalı son filmin 20 Mayıs'ta 7. Gün ismiyle