Cloverfield’i gördünüz mü? Cevabın “evet” olduğunu kabul ediyorum. Peki, sevdiniz mi?

cloverfield2008dvdripdiqi6İşte burada filmi görenlerin yarısının heyecanlı bir Evet diğer yarısının da dudak bükmeli bir Hayır cevabı verdiğini düşünüyorum. Çünkü Cloverfield’i eğer hala görmediyseniz ve gitmeyi düşünüyorsanız, salondan filmi çok sevmiş ya da gerçekten nefret etmiş olarak çıkacaksınız.

Cloverfield her şeyden önce son 10 yılın en riskli büyük bütce projesi olma özelliğini taşıyor. İnternette başlayan ve akıllıca yürütülen gizemli reklam kampanyasının ardından, ser verip sır vermeyen teaser’lar sayesinde en azından ne olabileceği konusunda bazı ipuçlar edinmemize rağmen, filmin adı açıklandığı vakit yeni bir şaşırma söz konusuydu. ortalama izleyiciyi geçin, “Attack of the Giant Monsters”, “İnvaders from outer Space”, “War of the Worlds” gibi fiyakalı Canavar filmi isimlerine alışmış tür takipcisi sinema seyircisinin de böylesi bir filmi, bir semt ismiyle kabullenmesi biraz zor olsa gerek…

Ama yönetmenin istediği de zaten bu; Seyirci salona girene kadar, onu her şeyin dışında ve bilgisiz tutmak. Film başlar başlamaz ilk şokunuzu yaşıyorsunuz. Sağdan, soldan gelen şaşıran sesler kafanızdaki sorunun cevabı oluyor “Adamlar filmi el kamerasıyla çekmişler” Eğer ortalama ve standartlara sadık ayrıca sinemada deneysel işlere girişilmesinden pek hoşlanmayan bir izleyiciyseniz hemen kalkıp gitmeniz, hem sizin, hem de filmi gerçekten izlemek isteyenler için iyi olacaktır. (filmi izlediğim salonda engizisyon işkencelerine maruz bırakmak istediğim birkaç şikayetci ve dırdırcı izleyici yine mevcuttu!) ama sabredip kendinizi ilk kez Blair Cadısı ile yaratılmış yeni aktüel gerçeklik duygusuna kaptırabilirseniz, bir fantastik film severin alabileceği en büyük mükafatlardan birine kavuşacaksınız..

Cloverfield çok riskli bir girişim demiştik. Gerçekten de lansmanından, isminden ve multi milyon $’lık efektlerinin bir el kamerası içine hapsedilmesinden çıkardığım sonuç bu oldu. Ama artık yeni bir şey üretmenin imkansız olduğu, vampir dişlerinin, kurt adam kıllarının, envayi çeşit iblisin, canavarın onlarca kez gözümüzün önünden geçip, klişelerin yeniden ve yeniden harcanmasından sonra bu türün sağlamayı vaat ettiği tepkileri sağlamak içinde böylesi cesur bir girişim gerekliydi. Cloverfield illa bir etkileşim aramak gerekirse 1953 yapımı stop motion kültü “The Beast from 20.000 fathoms”dan oldukca etkilenmişe benziyor fakat bu filmin bir yeniden çevrimi olmak yerine 1953 yılında yapılan filmin sağlamayı umduğu duyguyu üretmenin peşinden gidiyor ve iyiki de öyle yapıyor çünkü remake’lerden gına gelmiş durumda ve gönlümüz bu eski Harryhausen klasiklerinin de ticari amaçlarla yağmalanmasına el vermiyor.

Cloverfield bir filmden öte bir deneyim. Filmi yapan yaramaz çocukların amacı, izleyiciyi katılımcı yapmak.. bu yüzden filmde büyük kahramanlıklar yada mucizevi kurtuluşlar yok! Kovalanıyorsunuz, şehirde güvenli hiçbir yer yok ve eğer kaçamamışsanız ölüyorsunuz! Film size canavarın nereden geldiğini, neden geldiğini yada nasıl yok edileceğini asla söylemiyor. Filmin içinde bu soruların hiçbir cevabı yok. Filmin sunduğu basit vaat şu : Doğumgününüzü kutlarken ve eski sevgilinizden ayrılmanın acısını yaşarken yaşadığınız şehre dev bir yaratık saldırıp, siz de ateşin tam ortasında kalırsanız ne yaşayacaksanız onu yaşayacaksınız. Bu ilk defa İşaretler filminde gördüğümüz türden bir sıradan insan ve uzaylı karşılaması deneyiminin geliştirilmiş hali aslında…

Cloverfield deneyiminden yüzümde mutlu bir gülümsemeyle ayrıldığımı ve Lunapark’a yeni gelmiş tehlikeli bir oyuncaktan inmişcesine eğlenmiş olduğumu söylemek isterim. Filmin yapmak istediği şeyin, ve gizli misyonunun farkında olarak, böylesi bir girişime fantastik sinemanın şiddetle ihtiyacı olduğunu ve ileride İmax ve benzeri 3D gerçekcilik uygulamalarıyla birleştirilecek yeni bir sinema anlayışının ateşleyicisini görmüş olmanın hazzı içerisindeyim. Tabi bu kadar yakışıklı ve güzel insanı oynatmak yerine biraz daha sıradan tiplere şans tanınırsa gerçekciliğin daha da yukarı çıkacağını düşünüyorum.

Cloverfield Canavarı üzerine bazı fikir yürütmeler

Söylemiştik; filmde canavarın ne olduğu, nereden geldiği,amacının ne olduğu ve neden saldırdığı ile ilgili en ufak bir cevap yok. Bu da özellikle yabancı forumlarda Canavarın muhteviyatı hakkında şiddetli tartışmaların yaşanmasına sebep oluyor. Öncelikle afiş ve ilk saldırının Ellis adası noktasından başlaması sebebiyle Canavarın sudan geldiğini biliyoruz. Ama bu okyanusun derinliklerinde yaşayan amfibik bir mutant yada prehistorik bir canavar mı, yoksa Uzaydan gelip okyanusta gizlenen nir yaratıkmı. aşağıdaki çizmde Canavarın balinalarla olan benzerliği dikkatinizi çekecektir ama bu çizim filmde gördüğümüz canavarı tam olarak tasvir etmiyor. filmde gördüğümüz canavar daha yabancı bir yaratık, ve dünya da gördüğümüz yaşam formlarıyla pek benzeşmiyor.

Ayrıca Dünyalı bir formun bu kadar ateş altında kalıp da ölmemesi imkansız. Neredeyse tüm ordu gücüyle Canavara saldırılmasına rağmen ki buna ağır bombardıman uçakları da dahil, yaratığın saldırmaya devam etmesi yaratığın uzaydan gelmiş olma ihtimalini güçlendiriyor. Tabi bu geliş milyonlarca yıl önce olmuş ve yaratık kıyım gününe kadar hibernatik bir ortamda hayatını sürdürmüş olabilir. böylesi büyük bir yaratık eğer bu kadar zamandır gezegenimizdeyse bir okyanus çukurunda saklanmış olması muhtemel…

Eğer buna benzer fikir yürütmeleriniz varsa otekisinema@gmail.com adresine mail atın ya da yorum olarak yazıya mesaj bırakın, filmin mantığıyla çelişmeyen önermeleri yazı bünyesinde isminizi de belirterek yayınlamak istiyorum.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

6 Comments Bir yanıt yazın

  1. Sevgili Murat Tolga nın yaptığı yorumlar çok yerinde ve çok güzel. Bende bir-iki satır şey eklemek istiyorum. Cloverfield, bence bir deneme ve bu deneme filme Türk seyircisi hazır değil. Filmin ana konusu bizim her zaman izlediğimiz canavarlı filmlerden pek farklı değil. Hatta hiçbir korku filminin sonu iyi bitmez tezinide destekleyen bir sona sahip. Burada dikkatinizi çekmek istediğim husus, filmin yapım tarzı. Herşeyden önce National Geographic kanalında bile izleyemiyeceğiniz doğallıkta, tamamen amatörce çekilmiş gerçekcilikte bir film olmuş. Zaten gerçek hayatta da peşinizden koşan bir canavarı -dur ben şu canavara bakayım neye benziyor diyemezsiniz. Arada sırada arkadaya bakar tam gaz koşarsınız. İşte film bu gerçekciliği vermesi açısından çok başarılı olmuş. Üstüne üstelik sürekli kafanızda soru işareti var filmi izlerken. Acaba canavar nasıl birşey, nerden geldi, neden ölmüyor, gücü ne felan gibi. Kısacası özgün bir canavar filmi izlemek istiyorsanız Cloverfield biçilmiş kaftan. Ayrıca bence bu film geleceğin korku filmlerinin alt yapısını oluşturacak. Kimbili Cloverfield 2 de canavarı 3 boyutlu olarak arka sırada koşarken, oyuncuların içinde de siz en önde kaçarken izleyebilirsiniz. …:)

  2. Gösterime girdiğinde her yerde çıkan “filmin konusu yok” eleştirilerinden etkilenip gitmemiştim. Daha sonra dvd’den izleyince, büyük perdede izleme şansını kaçırdığım için kafamı duvarlara vurdum, ayrıca bahsettiğim tarzda eleştiri yapanları da güzelce bir andım! Görsel anlamda canavar/felaket/aksiyon filmlerine çok büyük bir yenilik getirmiş bir film. Yıllar önce Galleria’da lunapark eğlencesi tipinde birşey vardı. Altındaki mekanizmalar sayesinde sağa sola yatırıp sallanabilen bir odaya girip ekrandaki filmi izliyordunuz. Filmde kamera bir demiryolunun üzerinde ilerler ve yolun sonundaki duvara çarpmaya doğru hızla gider.Siz de o sırada sürekli sallandığınız için gerçekten mesafe katettiğinizi, duvara çarpacak olduğunuzu zannedersiniz. İşte Cloverfield bu ortamda seyredilse herhalde alınacak zevk katlanırdı.

  3. cok haklisin haluk, ben ‘Cloverfield’i sinemada izledim. FIlm boyunca dusundugum bunun cok keyifli bir “Universal Studios Parki”ndaki bir “ride” gibi olduguydu.

    SOnra dvd’de izledim baktim, ayni hissetmiyor insan.

  4. Hepimizde aynı etkiyi bıraktığına göre amaçlanan da bu demekki. Ben de yazı da şöyle demişim “Cloverfield deneyiminden yüzümde mutlu bir gülümsemeyle ayrıldığımı ve Lunapark’a yeni gelmiş tehlikeli bir oyuncaktan inmişcesine eğlenmiş olduğumu söylemek isterim.”

  5. ilk 15 dakikası ( parti sahneleri) ve yan yatmış binadan kız kurtarma sahneleri dışında oldukça sürükleyici ve işini iyi yapan, zaman zaman had safhada geren bir film. canavarı göstermeyip, filmi daha çok saldırı anlarında yaşananlara odaklamaları güzel omuş. yoksa canavar üstüne yoğunlaşan bir film olsa godzilla yada kin kong dan farkı kalmazdı.

  6. guzel filmdi. Beni etkileyen kisim ilk 15 dakikada normal bir sekilde ilerleyen film ansizin apayri ve etkileyeci bir formata burunmesiydi cunku filmi izlemeden once ne afisini nede yorumlari gormedim. Yani hazirliksiz yakalandim :-) buda filmden hoslanmama neden oldu. Benzer bir durumu yillar once tvde tremors 1 i izlerken yasamistim.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Food of the Gods / Dev Tohumu (1976)

The Food of the Gods senaryosu mantık hataları ile dolu

Strange Days (1995)

Popüler sinemada asla çözemediğim bulmacalardan biri Kathryn Bigelow’un yönettiği Strange