Korku sineması artık konfeksiyon atölyesi gibi çalışıyor. Her yıl onlarca film izliyoruz; aynı uğursuz konaklar, aynı musallat cinler, aynı maskeli manyaklar... Ama Weapons başka bir kumaştan!
1978 doğumlu genç yönetmen Mike Flanagan‘ın 2011 mahsülü Absentia’sı uzun zamandır izlediğim en iyi düşük bütçeli film oldu. Absentia’nın en büyük başarısızlığı ve izlenirliğini düşüren etken, yayınlanan ilk afişinin o berbat hali olsa gerek. Z sınıfı düşük bütçeli bir supernatural teen slasher
Hikayenin lokomotifi Pegg’in performansından ziyade Mills’in öykü anlatımı olsa da, izlerken “daha iyi ihtimalleri düşünebilmek” adına bile dikkate değer A Fantastic Fear Of Everything.
Korku filmleri ile insanların zorla kapatıldığı alanlar arasındaki ilişki hep canlı ve çekici. Tımarhaneler ve terk edilmiş yetimhaneler kimi ürkütmez ki? Terk edilmesine bile gerek yok, Japonya’da okul tuvaletlerini mesken edinmiş hayaletlerle ilgili şehir efsaneleri artık popüler kültürün temeltaşlarından biri halini almış
Dehşet Kapanı sinema tarihindeki neredeyse her korku öğesini adeta bir geçit törenindeymişler gibi seyirciye sunarak güzel de bir saygı duruşunda bulunuyor.
– Günah çıkarmak istiyorum peder. – Söyle ne yaptın? – Hiçbir şey. Henüz günah işlemedim. Ama işleyeceğim. Yapabileceğim bütün kötülükleri yapacağım. Bask asıllı İspanyalı yönetmen Álex de la Iglesia’nın 2. filmi El Día de la Bestia (Şeytanın Günü), yukarıdaki diyalogla açılıyor. Üstelik
Take Carrie to the prom. I dare you! Hiç kuşkusuz Stephen King, gerilim hikayeleri dendiğinde akla gelen en önemli isimlerden birisidir. Yarattığı eşsiz karakterler, büyülü atmosferler, okuyucularının hayal dünyasıyla da bütünleştikçe çok daha büyük bir keyif verir. Onun yazdığı her bir eser
La casa dell’orco, Lamberto Bava hayranlarını bile hayal kırıklığına uğratan bir film. Özel efektler ve makyaj zayıf kalınca hiçbir anında tedirgin etmeyi bile başaramıyor.