blank1995 yılı mahsulü Necrophobia, Frank van Geloven ve Edwin Visser tarafından yazılıp yönetilmiş olan Hollanda yapımı, düşük bütçeli bir ilk film. Süresi de bütçesi gibi ekonomik, sadece altmış dakika.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Mark ve Rebecca Embrechts köpekleri Boris ile birlikte mutlu mesut yaşamakta olan genç bir çifttir. Hollanda kırsalında, her şehirlinin hayalini kurduğu, sessiz, sakin, güvenli bir yaşam sürmektedirler. Evlerinin yakınında bir yeldeğirmeni bile bulunmaktadır. (Bu belki Hollandalılar için ayrıcalıklı bir durum değildir ama benim hoşuma gitti, belirtmeden geçemedim.) Bir korku filminde işlerin bu kadar yolunda gidiyor gibi görünmesi asla hayra alamet değildir. Nitekim Rebecca kısa bir süre sonra saçma sapan bir trafik kazasında can verir. Mark fena halde yıkılır. Evden dışarı çıkmaz. Kendini toparlayabilmesi bir hayli zor gözükmektedir. Günler sonra nihayet bir parça toparlandığında mezarlığa, karısını ziyarete gider. Mezarlıkta Colette ile tanışır. Her haliyle tekinsiz bir havası olan Colette, Mark’ı dönüşü olmayan bir yola sokacaktır.

blankÖncelikle Necrophobia’nın çok düşük bütçeli bir film olduğunu hatırlatarak başlayalım. Frank van Geloven ve Edwin Visser isimli iki Hollandalı kafadarın ilk filmi. İkili daha sonra SL8N8 (2006) isimli filmi yine beraber çektiler ki kendileri ile tanışmam bu ikincisi sayesinde olmuştu. 8=acht, SL8N8=SLachtNacht, yani Slaughter Night. Filmin kendisi de ismi gibi pek eğlenceli. Korku türüne ait hemen hemen bütün alt türleri tek bir potada eritmeye çalışarak imkansız gibi gözüken bir işe giriştikleri SL8N8’ta, en azından korku sinemasına düşkün bünyeleri tatmin edeceğine inandığım bir işe imza atmışlardı. Korku ve bilim kurgu sinemasının herkesçe kabul edilen köşetaşlarına yapılan onlarca gönderme, filmi izlemeyi bir kat daha zevkli hale getiriyordu. Tarzlarına hasta olmuştum. Oldukça düşük bir bütçe ile harikalar yaratmışlardı. Bu sayede ikilinin ilk filmini daha fazla merak eder oldum. Aramanın kutsallığına inandım ve sonunda Necrophobia’ya ulaştım.

Her şeyden önce Necrophobia’nın atmosfer açısından Dellamorte Dellamore’yi (Cemetery Man, 1994) fazlasıyla anımsattığını söylemeliyim. Birçok sahnede kendimi Mark Embrechts ile Francesco Dellamorte’yi karşılaştırırken buldum. Ama tabii ki filmimiz Dellamorte Dellamore’nin sahip olduğu imkanlara haiz olmadığından birebir karşılaştırmak doğru olmaz. Konu olarak ise film daha çok Nekromantik’e (1987) yakın duruyor. Yani Necrophobia için Dellamorte Dellamore ile Nekromantik  arasında bir yerlerde duran grotesk bir film dersek yanılmış olmayız sanırım. Bu arada filmin ortalarında senaryoda sırıtan (hatta gereksiz diyebileceğim) ama kendi başına hoş duran bir Texas Chainsaw Massacre (1974) göndermesi bile var.

Oyunculuklar filmin bütününde çok yapay ve fazlasıyla rahatsızlık verici. Senaryo, uzun metrajlı bir film için yetersiz. Zaten kısa olan altmış dakikalık süre bile gereğinden fazla sarkıyor. Halbuki kısa film olarak düşünülse, çok daha etkileyici olabillirmiş. Hadi bütün bunlar düşük bütçeli bir filmde olmasına şaşırılmayan eksiklikler. Filmde gözüme batan başka bir sorun daha var. Bazı sahnelerde şık görünmek adına yapılan acemice ışık ve kamera oyunları maalesef geri tepiyor ve komik görünüyor. Sanatsal kaygılarla çekilmeye çalışıldığı belli sahneler filme zarar veriyor. Daha artistik takılalım, daha şık görünelim falan derken, düşük bütçeli bir korku filmi havasından sıyrılma niyetiyle hamle yapan film, sıçrayamadan yere kapaklanıveriyor. Halbuki bu tip düşük bütçeli filmlerin meraklıları zaten oldurmaya çalışılan “sanatsal” sahnelerin peşinde değil ki. Filmi çeken ile izleyenin ortak hayallerini paylaşmak adına, tesis yetersizliği nedeniyle, mesela çim olması gerekirken, toprak bir zeminde buluşmaları olarak algılıyorum düşük bütçeli filmleri. Necrophobia’nın tamamını kastederek söylemiyorum bunları, yanlış anlaşılmasın. Yoksa bütününü düşündüğümüzde filmi bir hayli sevdiğimi söyleyebilirim.

Necrophobia, düşük bütçeli filmlere aşina bünyeleri memnun edecek lezzette bir film. “Yok arkadaş, filmin görsel kalitesi benim için her şeyden önce gelir” diyenlerin uzak durması kendi faydalarına olacaktır. Bunun ötesinde bir iki film dışında varlığından söz edemeyeceğimiz Hollanda Korku Sineması’ndan önümüzdeki yıllarda fiyakalı bir iş çıkacaksa, bu arkadaşların elinden çıkacaktır. Bunu da buraya not olarak ekleyeyim. Gün gelir, “Öteki Sinema söylemişti” diye hava bile atarız belki, kim bilir.

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Fifth Cord (1971)

Işığın ve gölgenin tarihindeki unutulmaz zaferlerden biridir “The Fifth Cord”.
blank

AMER ve Giallo: Öteki’nin Tutkusu

AMER inanılmaz bir Giallo, mükemmel bir cinsel sapkınlık öyküsü, ana