Her gün bir öncekinin aynı gibi çok uzun zamandır. Hayır, Groundhog Day’deki (1993) gibi değil. Her gün aynı saçmalığı yaşamıyoruz. Her gün yeni bir saçmalığa uyanıyoruz. “Bu kadarı da olamaz herhalde” dediğimiz her şeyin “yoo gayet olabilir” klasmanına hiç zorlanmadan, rahatlıkla yerleştiğini görerek uyanıyoruz her gün. Olası en korkunç kâbusun kabul görebilecek tariflerinden biri de bu olsa gerek ama gündüzleri kâbus görmek de nedir arkadaş? Evet, David F. Sandberg’in yönettiği Until Dawn’un (2025) alternatif isimlerinden biri de Malum Ülkede Yaşamak olabilirmiş pekâlâ. Fakat bir PlayStation oyunundan uyarlandığı için filme başkaca bir isim kondurmak, pek de mümkün değilmiş sanki.
PlayStation 4’ün meşhur oyunlarından biri olan Until Dawn, 2015 yılında piyasaya sürüldü. Oyunun hikâyesini, korku sinemasının sıkı takipçilerinin yakından tanıdığı isimlerden Larry Fessenden ve Graham Reznick kaleme aldı. Zamanında gayet iyi eleştiriler almış oyunu hiç oynamadım. Ancak anladığım kadarıyla filmde genel konsept korunmuş korunmasına ama Gary Dauberman ve Blair Butler, oyunun genel akış hikâyesinden farklı birçok önemli değişiklik yaparak, aslında tamamen orijinal bir senaryoya imza atmışlar denebilir. Oyuna gönül verenlerin filmden ne kadar memnun kaldıklarını bilemiyorum haliyle ama bir tahminim var tabii ki.
*** Yazının bundan sonrası eser miktarda sürprizbozan (spoiler) barındırır! ***
Tamamen orijinal senaryo derken amacım oyunla arasındaki farkı dile getirmekti. Yoksa komple korku sineması tarafına geçtiğimizde, karşımızda öyle pek de orijinalliği olan bir senaryo yok. Klasik bir ‘slasher’ senaryosu üzerinde ufak tefek oynamalar yapılmış, o kadar. Bir grup genç (burada 5 kişi), çıkış yolu bulamadıkları, sınırları belli bir bölgede kapana kısılıp kalıyorlar ve maskeli katile ek olarak envaiçeşit korku figürünün (‘wendigo’, cadı vb.) saldırısından kurtulmaya çalışıyorlar. Ayrıca Groundhog Day’deki (1993) gibi bir ‘time loop’ (zaman döngüsü) eklenmiş ama ufak bir farkla; her döngüde aynı değil farklı olaylar vuku buluyor. He evet, bir de final kızı mevzusunda değişiklik var tabii ki. İşin içine zaman döngüsü girince mecburen anca beraber kanca beraber durumu mevzubahis oluyor, finale hep beraber girmek zorunda kalıyorlar. Yani Until Dawn, kısaca söylemek gerekirse, The Cabin in the Woods (2011) ile Happy Death Day (2017) filmlerinin bileşiminden oluşan ama aslında çok da etkileyici bir orijinalliği bulunmayan, alt türleri birbirleriyle tokuşturan melez korku filmlerinden bir diğeri.
Until Dawn’da en sevdiğim kısım, korku sinemasına bir nevi Pandora’nın kutusuymuş gibi yaklaşması, kutuyu bir çocuk gibi mesnetsiz cesaretle ters çevirip açması, içini neredeyse tamamen dışarı boca etmesi ve alt türlere ait birçok kalıp ve/veya klişeyle aynı anda gönlünce oynayabilmek için alan açması oldu. Fakat işte burada yaratıcılık devreye giriyor. Evet, fikir çok güzel ama uygulama tatmin edici olmaktan bir hayli uzakta. Film, maskeli katil ile çok zaman harcıyor ve zaten filmin ana damarı olan ‘slasher’ kanalında gereğinden çok oyalanıyor. Böylece “geçiyordum uğradım” tadında kalmaya mahkûm bırakılan diğer korku figürleri; gençlerden birini ele geçiren cadı, tüyler ürpertici maskeler takan mankenler ya da wendigolar için yeterli zaman kalmıyor.
Hatta son bölüme girerken gençlerin bizim görmediğimiz şeyler de yaşadıklarını açıklayan film, o anlarda neler olduğunu dâhiyane(!) bir yöntemle aktarıyor. Başlarına gelen her şeyi hatırlayamadıklarından yakındıkları bir anda gençlerden biri, kendi kendine “ya hiçbir şey kaydetmemiş miyim acaba?” diye sorarak cep telefonunu karıştırıyor ve evet, hatırlayamadıkları (yani bize göstermedikleri) anlara ait kayıtların, videolar klasöründe kuzu gibi yattığını görüyor. Hemen hızlı bir kurgu ile videoların TikTok usulü kısa bir özeti geçiyor. (Yani bir selam da ‘found footage’a!) Sadece o özette çok kısa bir süre görünen, Miyazaki animelerinden fırlamış gibi duran, yüzü olduğunu tahmin ettiğimiz yere maske takan ve zifiri karanlık iri bir gölgeden oluşan doğaüstü bir varlık vardı ki kelimenin tam anlamıyla bayıldım.
Until Dawn, işte tam da böyle bir film. Sizi korku sinemasının daha önce girmediğiniz tamamen farklı bir hamamına sokarmış gibi yapıyor ama hamamda ilginizi çeken onca farklı tas varken gidip daha önce defalarca yıkandığınız aynı tasla yıkamaya çalışıyor. Yine de ana akım korku sineması içinde kalarak baktığımızda üzerine çullanarak kötüleyeceğimiz bir film değil belki ama bu haliyle de sınıfı ancak zor bela geçtiği söylenebilir. “En azından eğlenceli” ya da “sıkılmadan sonuna kadar izleniyor” gibi ne kadar övgü olduğu tartışmalı sıfatlarla yaftalanabilir en fazla.
Ezcümle, Until Dawn, artık iyice Hollywood’a yerleşen ve James Wan şürekâsının önemli figürlerinden biri haline gelen İsveçli yönetmen David F. Sandberg’in bugüne kadar çektiği en iyi film. Bir dakika, “demin ne diyordun, şimdi ne diyorsun” demeyin hemen, çünkü Sandberg’in önceki filmleriyle koyduğu çıtanın yüksekliği öyle pek de matah bir seviyede değil. (Bakınız: Lights Out (2016), Annabelle: Creation (2017), Shazam! (2019) ve Shazam! Fury of the Gods (2023).) Sandberg, akılda kalmayan, bir kereden fazla seyretme isteği uyandırmayan, izle-unut filmler çekmeye istikrarlı bir biçimde hız kesmeden devam ediyor. Birçok sinefilin kimi filmler hakkında, sadece yönetmenine bakarak, “bunu izlemeliyim” ya da “bunu es geçebilirim” diye net kararlar verdiğine neredeyse eminim. David F. Sandberg de artık ikinci kısımda değerlendirilecek “ünlü” yönetmenler arasına girdi sanki. Tabi böyle bir “şöhret” onun işine ne kadar yarar, bilemiyorum. Sonuçta yaklaşık 15 milyon dolar bütçeli Until Dawn, şimdiye kadar 20’si ABD’de, 31 buçuğu diğer ülkelerde olmak üzere toplam 51,5 milyon dolar hasılat elde etti bile.
Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca