İyi bir korku filmi çekebilmek için türe hakim olmak gerektiği herkesçe bilinen bir ön koşuldur. Bu şartı yerine getiren isimlerden birinin adı vermekten hiç çekinmeyeceğim: Bayanlar baylar, karşınızda Eli RothBu ismin korku türünün başucu filmlerine olan hakimiyetini sergilediği film ise Cabin Fever. Ya da bilinen Türkçe ismiyle “Dehşetin Gözleri”. Film ile çevrilen ismi arasında herhangi bir bağlantı kurmamaya alıştı Türk seyircisinin bünyesi. Ancak buna rağmen yine de duramayıp film boyunca Dehşetin Gözleri’ni aramadım dersem yalan olur..

Cabin Fever’ın gerçek anlamı ise; çeşitli doğal afetlerden ötürü (sel, çığ ve hastalık gibi) eve sıkışıp kalmaktan korkmak… Peki bu sıkışıklık insana neler yaptırır? Çakılacağını bildiğin bir uçakta olmak gibi.. Etrafındaki herkes bağırıp çığlık atarken uçak aşağı düşmeye devam ediyor. O anda hastalık kapmış birinin yanında oturmaktan çekinir misin? Nasıl olsa ölmeyecek misin? Ve o ana kadar herhangi bir yakınlaşması olmayan çiftimiz sevişmeye başlar…. Kaptığın hastalıktan kurtulamayacağını bilmek ya da düşen bir uçaktan sağ çıkamayacağını anlamak nasıl bir psikolojiye sokar insanı? İşte bu filmde bunu tabir-i caizse damardan hissediyorsunuz.

Korku filmleriyle içli dışlı olduğu belli demiştik Eli Roth’un. Bunu neye istinaden söylüyoruz peki? Tabi ki çeşitli korku kalıplarını getirdiği noktadan ötürü. En başta Evil Dead gibi bir klasikten yola çıkarak filmin mekanını ve karakterlerini oluşturan Roth, en güzel malzemeyi de finalde kullanarak Night of the Living Dead’e selamını çakıyor. Yine hastanede anlık bir şekilde görünen tavşan kılıklı bir adamımız var (Bunny Man). Bu malzemenin de The Shining’deki ayı kostümlü adamdan geldiği dile getirilebilir. Ve hatta filmin sonunda oynayanların isimleri aktığında “Bunny Man: we will never tell you” diyerek dikkatler buraya çekiliyor. Kısacası yönetmen bugüne kadar, belki de klişeleri bir filmin içinde en başarılı şekilde kullanan isim oluyor.

Cabin Fever (2002)

Filmi izlemeyip konusunu okumak bile aşağı yukarı ne kadar klişe ile karşılaşılabileceği konusunda fikir veriyor ilgilenenlere. “Sene sonu gelir ve bunu fırsat bilen 5 genç, esrarengiz (ya da öyle görünmesi istenen) bir kasabanın ücra köşesindeki kulübeye çekilir (Hostel’in sinyalleri burada açıkça görülüyor; bkn: turist olmanın getirdiği zorluklar). Ancak, neden olduğu belli olmayan bir hastalık kapılarını çalarak tatillerinin beklenilenden daha gerilimli geçmesine yol açar”.

Filmden nefret eden bir çoğunluk var doğruyu söylemek gerekirse. Herşeyde olduğu gibi burada da beklentiler işi bozuyor elbette. Ya da kullanılan esprili dilin, anlayışsal olarak birçok kişiyi hayal kırıklığına uğrattığı görülebiliyor. Çizgiyi birçok yerde aşıyor Eli Roth çünkü. İyi ki öyle yapıyor ve ortaya, söz konusu korku olduğunda külte inanan seyirciyi 12’den vuracak mütevazi bir korku başyapıtı çıkarıyor.

“Parti adamı” polis Winston’a değinmeden geçmek olmaz. Belki de Eli Roth’un klişeleri yıkıp geçtiği tek karakter, bu adam. Vurdumduymazlığı ve biraz da saflığıyla bir “korku filmi polisi”nin ötesine geçerek yepyeni bir sayfa açıyor korku semalarında. Bir de Tarantino nereden bulup çıkardı Eli Roth’u diye düşünürken (malum Roth’un bir sonraki filmi olan Hostel’e yapımcı olmuştur kendileri), sorunun cevabı filmi tekrar izlememle geldi önüme. Şöyle bir sahne düşünün ki; kadın, kırmızı kısa bir bornoz giymektedir ve bacaklarının görünen kısımları da kandan dolayı kıpkırmızıdır. Bilmem yeterli geldi mi?

Cabin Fever 2: Spring Fever adıyla başka bir ismin yönetmenliğinde (Ti West) macera devam edecek. Eli Roth ise şu sıralar Stephen King’in bestseller’ı Cell’i 2009’a yetiştirme gayretlerinde. Filmografisinde şu ana kadar dikkate değer bir sapma olmadığını söylemek mümkün. Israrla korku filmi yapma konusunda gösterdiği çabaların meyvesini, kendini anlayanların sayısını artırarak toplayacağı yönünde iyimser bir düşünceye sahibim. Aynı zamanda alamet-i farikası olan Cabin Fever’ın ise Hostel’in arkasında değil önünde durması gerektiğine de..

2 Comments Bir yanıt yazın

  1. Cabin Fever’ı ben de çok severim. Kendisini çok ciddiye almayan havası ve kendisiyle dalga geçmeyi bilmesi filmin artı yönleri. İhmal edilmemesi gereken bir mücevher.

    Filmin hikayesi, aynı zamanda senaryoyu da yazmış olan Eli Roth’un aklına, ilk olarak İzlanda’yı ziyareti esnasında eski bir çiftlik evini temizlemeye yardım ederken düşmüş. Çiftlik evindeki samanlara karşı o kadar kötü alerjik reaksiyon göstermiş ki bütün yüzü yara ve kan içinde kalmış.

  2. belki biraz abartılı olacak ama bu filmi izledikten sonra hissettiğim duygular evil dead’i izlediğimden sonra ki duygular ile aynıydı.gerçekten başarılı bir film.ama çok alay konusu olup,burun kıvırdılar bu filme.Filmin klişer üzerine olan tespitlerenize katılmamak mümkün değil.bu filmin ikinciside hiç fena değil zaten house of the devil’i çeken birinden kötü bir film beklenmez.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Macabre (1980)

Kör bir adamın yaşlı annesinin evinde kocasını başka bir adamla
blank

The Hunt / Onur Savaşı (2012)

Vinterberg’in kendi sinemasındaki ustalık dönemini işaret eden The Hunt, hiç