Daha 80’lerde, her yerinden hormon fışkıran şımarık gençlerin maskeli bir manyak tarafından katledilmesini görmekten gına gelmişti ama korku sinemasının bu popüler alt türünü, 80’lerde Elm Sokağı ve 90’larda Scream / Çığlık serisi ile defalarca şekillendiren sinemacılardan biri olan Wes Craven’in son işine kayıtsız kalamazdık: My Soul to Take.

blank

Öyle de oldu… 3D fırtınasının ortasında yakalandığımız bu teen-slasher’a, burun acıtan, ağır Xpand gözlüklerimizi takarak seyirci olduk. Senaryonun getirdiği bir yenilik yok: Riverton adlı sessiz, sakin bir Amerikan kasabasında lanetli bir 1994 yılı geçirilmiş ve Abel Plonkov adlı şizofren bir aile babası, alamet-i farikası olan bıçakla tüm ailesini katletmiştir. O gece doğan ve “Riverton 7’lisi” olarak bilinen yedi çocuğun kaderi 16 yıl sonra “Karındeşen”in yarattığı terör yüzünden birleşecektir.

Bir slasher*’dan, algımıza yeni kapılar açmasını beklemiyoruz elbette, oyalayıcı bir seyirlik olması yeterli. Böyle düşünürsek, Satılık Ruh’da da, başlarda işler yolunda gidiyordu aslında… Konusundan anlaşılacağı üzere, aynı geçmişe sahip bir grup genç, herkesin bildiği ama kimselerin dillendirmediği sırlar, 16 yıl önce önüne çıkan herkesi katletmiş manyak bir katilin, bir eğlence ikonu haline getirilmesi gibi 80’lerden gelen tüm beslemeler, bizi o yıllara götürüp “bakın biz zamanında böyle esaslı filmler izlerdik” havasını atmamıza sebep olacakmış gibi duruyordu ama ne olduysa, film 20. dakikasından itibaren tüm motorlarına kuş kaçmış uçak gibi alçalmaya başladı ve daha finale epey bir varken yere çakıldı. Sonrası bir zamanlar çektiği filmler sebebiyle kültleştirdiğimiz bir sinema adamının parçalanmış filminin enkazına acıklı gözlerle bakmak gibiydi.

blank

Slasher filmlerinin en büyük numarası, sevişgen gençleri öldürmek için kendini adamış manyak katilin her karakteri ayrı bir yaratıcılıkla öte tarafa göndermesidir. Satılık Ruh’da ise en sıradan slasher’da daha iyisini görebileceğiniz sıkıcı ve öylesine çekilmiş katletme anları mevcut ki, düşük yaş grubuna da bilet satabilmek için çabalanmış gibi duruyor. Eğer öyleyse hiç olmadı bu!

Düşünülerek yapılmamıştır elbette ama “Karındeşen” maskını takan katil ne zaman görünse, rock şarkıcısı ve Halloween filmlerinin yönetmeni Rob Zombie geldi gözümün önüne… Filmde hoşuma giden ender şeylerden biri buydu. Bir diğeri de filmin başlarında, kötü oyunculuktan beslenen ama kasıtlı yaratılmış parodi havasıydı ki o potansiyel sonuna kadar sömürülmüş olsa kült fabrikası bir yönetmenden, şahane bir film izliyor olabilirdik.

Satılık Ruh’un neden 3D olarak gösterildiğine dair en ufak bir fikrim yok. Hiçbir anında bu teknolojiye ihtiyaç duymayan ve nimetlerinden de faydalanamayan bir iş çıkmış ortaya… Bir zamanlar yurtdışından gönderilen akraba kartpostallarından daha fazla derinlik içermeyen, 3D ne çıkarsa tüketmeye yemin etmiş seyirciyi hedefleyen bir tuzak sadece…

Wes Craven ismi ve 3D marifetiyle pazarlanan ve bu yüzden hatırı sayılır gişe yapan Satılık Ruh, herhangi bir yönetmenin çektiği, herhangi bir korku filminden daha fazlası değil… Gırtlağına kadar klişelere batmış bu filmi, jaluzi arkasında manyaktan saklanma sahnesi bile var, çekmek için özel bir yeteneğe gerek yok ama seyretmek için biraz sabır gerek… Ancak, seyredecek başka bir film bulamazsanız ve “slasher olsun çamurdan olsun” diyenlerdenseniz tavsiye edebilirim.

blank

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusudur ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. Ayrıca 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. Şen, "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı ve "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanıdır. Yazılarına Beyazperde ve Öteki Sinema'da devam etmektedir.

6 Comments

  1. Wes Craven’dan beklenmeyecek bir performans! Dario Argento’nun ‘Giallo”sun da yaşadığım hayal kırıklığını bu filmde de yaşadım. Umarım ‘The Ward’ ile John Carpenter beni hayal kırıklığına uğratmaz. Eskilerden yaşayacağım 3.bir şoku bünyem kaldırmayacak çünkü..

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

The Lone Ranger (2013)

The Lone Ranger, özellikle sinemada izlenmesi gereken ama iyi bir
blank

Repulsion / Tiksinti (1965)

Psikanaliz üzerine yapılmış en iyi filmlerden biri olan Repulsion, insanın