John Candy: I Like Me – Herkesi Güldürüp Kimseyi Üzmeden Yaşamak

Çocukluğumda, onu ilk izlediğimden bu yana John Candy hayranıyım. Harika bir adamdı, çok komik, çok sıcak, hep yanınızda olmasını isteyeceğiniz destekleyici, dost bir karakter. Zamansız ölümüne en çok üzüldüğüm Hollywood yıldızlarından biridir. Prime’da bugün yayınlanmaya başlayan John Candy: I Like Me, onun hakkında yanılmadığımı gösteren sıcak ve özletici bir belgesel.

John Candy’yi sinemada değil, video kaset döneminde tanıdım. 80’ler, her köşede video kulüplerin açıldığı, evde deli gibi film izlediğimiz zamanlar. Planes, Trains and Automobiles, Uncle Buck, The Great Outdoors… O kasetler, çocukluğumun duygusal atlasıydı. O filmlerle sadece gülmedim, insan olmanın inceliklerini de öğrendim. Candy’nin sıkı dostu ve en iyi iki filminin yönetmeni olan John Hughes ile de öyle oldu. Sweet Sixteen, The Breakfast Club, Ferris Bueller’s Day Off… Hep video çılgınlığı sırasında yakaladığım filmler.

What's your fave John Hughes movie? : r/80s

John Candy: I Like Me belgeseli Candy’nin maskesini nazikçe kaldırıyor. Çocukluğundaki kayıplar, babasının erken ölümü, ailesine bakan “iyi çocuk” rolü… Hepsi onu, Bill Murray’in belgeseldeki tabiriyle  bir people pleaser/insan mutlucusu haline getirmiş.

John Candy’nin filmlerine baktığımızda ilk fark ettiğimiz şey, neredeyse her karakterinin iyi niyetin trajedisi üzerine kurulu olmasıdır. Onun canlandırdığı karakterler çoğunlukla dünyaya ayak uyduramayan, sistemin hızına yetişemeyen, sevilmek isteyen ama sevilmeyi beceremeyen adamlardır. Bu, Yeşilçam’da Kemal Sunal’ın, Amerika’da Charlie Chaplin’in yaptığı şeyin modern bir versiyonu: İyiliği bir direniş biçimi olarak oynamak. Bunun bizim sinemamızdaki güncel yorumu ise Ata Demirer filmleri olsa gerek.

Candy, 80’lerin Hollywood’una ait bir karakterdi; her şeyin şekerli, hızlı ve satılabilir olduğu bir dönemin ürünü. “Planes, Trains and Automobiles”daki o unutulmaz rolü, aslında kendi karakterinin yansıması gibiydi. Steve Martin’in canlandırdığı sinirli adamla karşısındaki Candy figürü… bir yanda sınır koyamayan, her durumda gülmeye çalışan, herkesin sevgisini kazanmak için kendini unutan bir adam… Hollywood’un da böyle adamlara ihtiyacı vardı. Yani Candy sadece bir aktör değil, endüstrinin duygusal yükünü taşıyan bir figürdü: her rolünde seyirciyi affediyor, iyileştiriyor, sevgi dağıtıyordu.

Belgeselin adı, Candy’nin Planes, Trains and Automobiles filminde söylediği o unutulmaz cümleden geliyor:

“I like me. My wife likes me. My customers like me.”

Bu satır, bir komedi repliği gibi başlar ama sonunda insanın boğazında düğümlenir. Çünkü Candy orada seyirciye değil, kendine konuşuyordur. John Candy: I Like Me belgeselinde o sekansı yeniden izleyince duygusallaştım çünkü ben de bazen aynı soruyu sorarım kendime:

“Ben iyi bir insanım, değil mi?”

Candy bu cümleyi dünyaya kanıtlamak ister gibiydi. Belgeselde Candy’nin hayatı boyunca “iyi adam” kalma çabasının nasıl bir bedel olduğunu görüyoruz. Alkol, stres, baskı, yalnızlık… hepsi birikirken, o hep neşeli kalmak zorundaydı. Roger Ebert’in sitesinde yazdığı gibi, belgesel yer yer melodramatik ama samimi. Çünkü Candy gibi birini anlatırken melodramdan kaçmak neredeyse haksızlık olurdu. 43 yaşında, bir otel odasında kalp kriziyle öldüğünde, belki de kalbini yoran şey dünyayı güldürme sorumluluğuydu.

blank

Candy’nin en çarpıcı yanı, dürüstlüğüydü. Sahiciliği. Bugün Hollywood’da yüzlerce “komik adam” var ama çok azı onun kadar sıcak, onun kadar kırılgan. Onun people pleasing hali, sahici bir şefkatti — yapay değil ama aynı zamanda kendini tüketen bir döngüydü: her “gülümse” dediğinde biraz daha eriyen bir adam.

Bu duygu bir sahnede o kadar netleşiyor ki: Candy’nin yüzündeki kocaman gülümseme bir anda düşüyor. Saniyelik bir boşluk. İşte orada, maskenin altındaki insanı görüyorsun. I Like Me bu anlar için değerli. Geri kalan her şey nostalji.

Belgesel samimi ama temkinli. Onu çekenler belli ki Candy’yi çok sevmiş ve incitmek istememiş. Variety’nin dediği gibi, “fazla saygılı.” Bu yüzden Candy’nin karanlık tarafına, öfkesine, yalnızlığına yeterince cesurca yaklaşamıyor. Bazı sahnelerde gözyaşı pompalanıyor, bazı röportajlar fazla steril. Ama buna rağmen, Candy’nin people pleaser kimliğini anlamak için değerli bir bellek belgeseli.

RogerEbert.com’daki eleştiride “kurgusu yer yer şaşırtıcı, duygusal vurgusu yer yer abartılı” deniyor — ama belki de Candy gibi birini anlatmak zaten dengede kalmayı reddeden bir şey. Onun hayatı da bir duygusal salınımdı: setlerde kahkaha, evde sessizlik, geceleri yalnızlık.

Belgeselin sonlarına doğru Candy’nin 1993 tarihli son röportajı kullanılmış. Yorgun ama hâlâ sıcak bir ses tonuyla, röportajcıya dönüyor ve: “Benim işim, insanları mutlu etmek. Eğer bunu bir gün kaybedersem, ne yapacağımı bilmiyorum.” diyor.

O cümle, hem bir itiraf hem de bir veda. Candy, varlığını başkalarının mutluluğu üzerinden tanımlamış bir adam. Röportaj bitince görüntü donar, sesi devam eder. “Ama belki bir gün sadece kendi halimle de mutlu olabilirim.”

Bu belgeseli izledikten sonra, John Candy’yi hâlâ ve belki de daha çok seviyorum. O beceriksizce içten haliyle, iyi niyetin son temsilcilerinden biriydi ama artık o gülümsemenin ardındaki yorgunluğu da biliyorum. “I Like Me” bir nostalji değil; bir uyarı. “Herkesi güldürmeye çalışırken kendini unutma.”

Thirty-five years of crying to Planes, Trains and Automobiles - The Spectator World

Çünkü ben de kendimi hep bir insan mutlucusu olarak gördüm — herkesi memnun etmeye çalışan, kimse üzülmesin diye kendi sesini bastıran biriyim. Bu yüzden John Candy benim için sadece bir aktör değil; çocukluğumun televizyonundaki o sıcak yüz değil; aynı zamanda kendi içimdeki çatışmanın da sembolü. Onu izlerken kendimi izlediğimi fark ettim. Belgesel bunu daha iyi anlamamı sağladı.

Bir gün aynaya bakıp onun gibi diyebilmek dileğiyle: “I like me.”

MTŞ

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen

Murat Tolga Şen, sinema eleştirmeni, senarist ve oyuncudur. Öteki Sinema'nın kurucusu ve OFCS (Online Film Critics Society) üyesidir. 2012-2023 yılları arasında Medyaradar sitesinde TV sektörüne dair eleştiriler kaleme almış, 2014-2016 sezonunda Okan Bayülgen’in Dada Dandinista adlı programının yazı grubunu yönetmiştir. 2017-2019 yılları arasında Antalya Sinema Derneği’nin danışmanlığını yapmış ve 2014-2023 yılları arasında Eğlenceli Cinayetler Kumpanyası’nda oyunculuk yapmıştır. "Bir Notanın Hikayesi" adlı belgeselin senaryo yazarı, "Bir İz - Madımak" belgeselinin danışmanı ve "Agatha'da Cinayet" adlı tiyatro oyununun yazarıdır. Sinema yazılarına Öteki Sinema'da devam etmektedir.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Prime Video, Gen V Dizisinin Yayın Tarihini Belirledi

The Boys evreninden doğan Gen V dizisinin ilk üç bölümü,
blank

Prime Video, Good Omens’ın Üçüncü ve Final Sezonu İçin Onay Verdi

Tekinsiz ikili bir kez daha Armageddon ile karşı karşıya! Prime