Yeni film Predator: Badlands, bana göre tüm serinin “en Disneyleşmiş” halkası. Artık avcı değil, neredeyse terapiye gitmesi gereken bir Predator izliyoruz.
Ken Russell mahsulu ilginç bir film Altered States ayrıca yönetmenin en ünlü filmi de diyebiliriz. Filmografisinde belki de en piyasa işi film. Tabii bu tabiri filmi kötülemek için kullanmıyorum. Ayrıca bu durum filmin kendine has olmasını engellemiyor. Ama Russel genel de, Peter
Öncelikle söylemek istiyorum ki uzun zamandır böyle ruh hastası bir film izlememiştim. Evil Dead 2’de evdeki her şeyin kahkahalarla güldüğü sahneyi hatırlayın. Şimdi baştan aşağı o sahne ayarında görüntülerle bezenmiş bir film düşünün. Hausu böyle bir film. Zaten sonlara doğru iyice “bir
Bu ara bende mi bir problem var bilemiyorum. Ancak büyük bütçe filmlerinin hiçbiri vermesi gereken zevki bana veremedi henüz. İşte bir örnekle daha karşınızdayım. Öncelikle biraz galadan bahsetmek istiyorum. Yıldız savaşları sitesinin davetlisi olarak gittim galaya. Sitedeki arkadaşlara teşekkürler. Ortam gayet hoştu.
Hızlı yaşa, hiç ölme! Vampir olmayı istermiydiniz? Cevabınız hayırsa “THE LOST BOYS”u bir izleyin… Filmin sonunda iyilerin kazanması hiç önemli değil. Motosikletlerle ortada dolaşan, çılgıncasına eğlenen ve asla yaşlanmayan genç vampirleri gördükten sonra kararınız değişebilir. Çünkü tanıtım cümlesinde iddia edildiği gibi; bu
Gece iki sularında evin telefonu çalıyordu. Eşim “Kim bu saatte arayan?” derken teli uyku sersemliği ile açtım. “Hi Masis!” “Hi Kristofer, hi da Türkiye’de saat kaç biliyor musun?” “Kusura bakma dostum, eline düştüm. Buradakiler Dark Knight‘ın Türkiye gişesinden mutsuz, hani dedim sizin
Patrick Süskind‘in ünlü fantastik romanı Das Parfum‘den uyarlanan Perfume’un yapım aşamasında oldukça heyecanlanmıştım. Acaba Süskind’in dünyası filmde nasıl yer bulacaktı kendine? Tom Tykwer‘ın filme aldığı roman çevrimi, ne yazık ki birçok edebiyat çevrimi film gibi aynı başarıyı yakalamaktan uzak ancak kötü bir
Total Recall bilim kurgu sinemasının ilk gerçeklikten kopma, düş ve gerçeği karıştırma filmlerinden biridir ama sırf uçan tekme atan bir Sharon Stone görmek için bile seyredilir.
Blog açıp da seyretmekten zevk aldığım filmler hakkında yazmaya başladığım ilk zamanlardan beri yazmak istediğim ama nedense bir türlü kısmet olmamış bir filmden bahsetmek istiyorum: EXCALIBUR. Geçen hafta Digiturk kanallarının birinde ki geç saat gösteriminde yeniden karşıma çıktığında kafamda beliren ilk cümle
H.P. Lovecraft’ın tartışmasız dehası ne yazık ki Hollywood tarafından hem çok geç fark edilmiş, hem de uzun süre doğru düzgün bir yapıtla ödüllendirilememiştir. From Beyond ve In the Mouth of Madness’la beraber Stuart Gordon ve Brian Yuzna’nın Re-Animator’u üstadın işine en yakın
Tim Burton’ın Sleepy Hollow’dan sonra en karanlık işlerinden biri olan Sweeney Todd gücünü Tarantino’ya taş çıkartan kanlı sahnelerden ve iyi oyunculuklardan alıyor.
Cloverfield’i gördünüz mü? Cevabın “evet” olduğunu kabul ediyorum. Peki, sevdiniz mi? İşte burada filmi görenlerin yarısının heyecanlı bir Evet diğer yarısının da dudak bükmeli bir Hayır cevabı verdiğini düşünüyorum. Çünkü Cloverfield’i eğer hala görmediyseniz ve gitmeyi düşünüyorsanız, salondan filmi çok sevmiş ya
Bazı günler sizlere hangi filmi tanıtsam diye uzun uzun düşünüyorum. Aklıma yazacak hiçbir film gelmiyor, ama blogun güncel kalması için haftada bir iki eleştri yazısı da yazmak şart. Tabii ki kaliteli, seyre değer filmlerle karşınıza çıkmak gerek. İşte bu düşünceler içindeyken artık
Doksanlar denilince ilk akla gelen kült filmlerden biri de Alex Proyas üstadımızın yönettiği The Crow’dur. Doksanlı yılların ex-generation gençliğini oldukca etkilemiş olan film gerek karanlık yapısı gerekse talihsiz bir kaza sonucu Brandon Lee’nin ilk düzgün filminde vefat etmesi sonucu kısa zamanda kült