Onların bize hala anlatacakları var!

Bu sefer farklı birşey yapmak istiyorum! Şu sıralar pek çok sinema platformunda “vay efendim Toy Story 3 şöyle güzel!”, “yok efendim Oyuncak Hikayesi 3’ün görselliği böyle şahane”, “vay canına Pixar yine yapmış yapacağını” etraflı pek çok yazı ile karşılaşacaksınız! Bir bu kadar içeriğin de yolda olduğuna eminim. Bu sebeple çok değerli yazar arkadaşlarımın zaten belirttiklerinin üzerinden benim de bu yazıda kabaca geçmem gerekli mi orası tartışılır. Fakat en azından ufak bir atıştırmalığa yer vermek ve hikayeye farklı bir noktadan giriş yapmak istedim.

blank

Geçtiğimiz yıl Sunay Akın‘ın, binlerce oyuncağı tek bir çatı altında buluşturduğu o muazzam “Oyuncak Müzesi” ni gördüğümde, her ne kadar konsept ya da duygusal anlamda o günleri geride bırakmış olduğumu düşünsem de, bir taraftan gerçekten büyüdüğümü, diğer taraftan da büyümek istemediğimi hissettim. Çocuk kalmanın yegane yolu “içimizdeki çocuk” klişesini diri tutmak derler. Yer yer haklı bulduğum bir sözdür. Yaşımız ne olursa olsun “bizim zamanımızda böyleleri yoktu” diyerek dönemimize sırt çevirmek bir çeşit yetişkinlik düsturu haline gelse de, aslında her daim oyuncaklara imrenerek bakarız! Tıpkı Oyuncak Hikayesi serisinde olduğu gibi, aslında onlara davranış biçimimizin, karakterimize dair belli başlı ip uçları barındırdığını da düşünmekteyim. Onları koruyup kollamak, sevdiklerimizi koruyup kollamak gibidir aslında! Bir gün onların büyük bir kısmı tozlu raflarda unutulur ya da kaybolur. Bu da hayatımızdan bir şekilde çıkan yakın dostlarımızın, arkadaşlarımızın, tanıdıklarımızın bir kısmının akibetinden farklı değildir.

Biz gelelim Oyuncak Hikayesi ailesinin son üyesine… Akranım olanların, çocukluk döneminin sınırlarını henüz terk etmedikleri 1995 yılında vizyona giren ve animasyon sinemasında yepyeni bir dönemi başlatan film, Shrek ya da Buz Devri gibi daha alengirli animasyon örnekleri piyasaya çıkmadan çok önce izleyici ile buluşmasına rağmen son derece yerinde göndermeleri ile, gelecekte sık sık işitilecek olan “büyüklere hitap eden animasyon” furyasının dış kapısını da aralamış oldu. Pixar’ın cicili bicili tasarımları ile, bilindik “dostluk, sevgi, birlik ve beraberlik” mesajlarına yer veren Oyuncak Hikayesi, sonrasındaki her adımda sağlam bir alegorik duruş sergilemiş oldu aynı zamanda. Bu sebepledir ki, serinin bu son filmi, yetişkinlere “daha fazla” hitap etmekte.

blank

Aradan geçen on sene sonrasında, Andy üniversite yolcusu olmak üzere ve başta Woody olmak üzere, bütün oyuncaklar akibetleri konusunda endişeye kapılıyorlar. Kendi ön görüleri dahilinde ya çöpün dibini boylayacaklar ya da hayallerinde bir çeşit inziva mekanı olarak canlandırdıkları “tavan arası’na” koyulacaklar! Fakat Andy, Woody’i yanında götürüp; kalan bütün oyuncakları tavan arasına postalama derdindeyken işler karışıyor ve emektar oyuncakların hepsinin yolu bir kreşe düşüyor! Tabi bu yanlış anlaşılma, bütün oyuncakların Andy’e tavır almasına sebep oluyor. Woody’nin aidiyet hissi -ya da daha kaba tabir ile sadakati- diğer oyuncaklar tarafından onaylanmıyor.

Yönetmen Lee Unkrich‘in deyimi ile “izleyici ile birlikte büyüyen bir seri” Oyuncak Hikayesi. Bu sebepledir ki; bir animasyon filmine göre karakterlerini de yeterince ciddiye alıyor. Örneğin sistemin bir parçası olduğunu kabul eden ve bu sistem içerisinde “Andy’nin oyuncağı olma” görevini yerine getirerek yükümlülüğünü sırtlayan Woody’de; Prisoner dizisinde Ian McKellen’ın hayat verdiği Two karakterinden pek çok şey ödünç almış diktatör Yumuş’da çok başarılı bir şekilde katmanlara bürünmüşler. Bununla birlikte, yerinde göndermeleri de oldukça başarılı ki bunların başında hiç kuşkusuz bütün oyuncakların sepetlere tıkıldığı ve aklınıza gelebilecek envai çeşit hapishane temalı yapıma selam çakması ve meşhur kaçış sahnesi, yetişkin izleyiciler için ayrı bir jest!

blank

Pixar’ın en önemli özelliklerinden biri hiç kuşkusuz, ölü bir dönemde; her biri kendisinden öncekinin bir adım önüne geçebilecek potansiyelde yapımlar ile izleyicisinin karşısına çıkması ve “ne varsa yine animasyonlarda var” dedirtebilmesi! Tamam kabul etmek gerekir ki Oyuncak Hikayesi 3’ün animasyon sineması namına ezber bozan bir tarafı yok! Kötüler cezalandırılıyor…İyiler kazanıyor…Üstelik son derece bilindik bir rotada ilerledikten sonra oluyor bütün bunlar…Yanlış! Yol haritası bilindik olsa da Oyuncak Hikayesi 3 pek çok Pixar filminde mevcut olmayan etkileyicilikte harika bir sahne barındırıyor içerisinde. O da hiç kuşkusuz Woody ve arkadaşları, çöp öğütücüsünün kazanına düşmeden önce gerçekleşiyor! Yılın en dramatik sahnelerinden birinin, böyle bir animasyon filminde yer alması belki bundan yıllar önce izleyenleri daha fazla şaşırtabilirdi fakat artık animasyon sinemasının önümüze sunduğu her şey ihtimal dahilinde demek pek yanlış olmaz.

Elbette unutmadım! Pixar kısalarının hayranı olarak son kısa filmleri Day And Night’ı da en az ağabeyleri kadar yaratıcı bulduğumu belirtmek isterim. Yıl içerisinde sanıyorum ki Logorama ile birlikte izlediğim en keyifli kısa animasyon olduğunu da söyleyebilirim.

Sözün özü… Shrek serisini nasıl ki dördüncü halkası ile, elinden geldiği kadar başarılı bir biçimde seriyi sonlandırdıysa, Oyuncak Hikayesi 3’de gerçekten anlatılmaya değer bir hikaye ile son derece başarılı rötüşlarla vücuda getirilmiş bir senaryoyu, görüntü sihirbazlarının kusursuz çalışması ile buluşturarak; izleyicisinin salondan gerçek anlamda tatmin olmuş bir şekilde ayrılmasını sağladı. Ben mi? Elbette ben de onlardan biriydim…

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

15 Comments

  1. uzun zamandır takip ettiğim öteki sinemanın, isminin taşıdığı”öteki”liği günden güne kaybediyor olması çok üzücü. standart, basma kalıp sinema sitelerinden farkının kalmaması, popüler kültürün getirdiği reyting kaygısıyla yapılan film eleştirileri eminim benim gibi birçok öteki sinemacıları rahatsız ediyordur. hernekadar popüler film eleştirilerinin çoğunda karşıt bir eleştiri yer alsa da bu durum yine de sitenin konseptine ters bir durum oluşmasına engel olamıyor. belki de editörün beyazperde de yazıyor olması ve bu siteyi de beyazperdevari bir havaya sokma çalışmaları bunda etkilidir.

  2. “her ne kadar popüler film eleştirilerinin çoğunda karşıt bir eleştiri yer alsa da…”

    Aslı, aslında niyetimizi anlamışsın. siteyi sahiplenmen ve bağlılıkla takip etmen elbette çok hoş. Öteki’liğimizi kaybetme konusunda getirdiğin eleştiriyi de dikkatle not aldım. “Öteki Sinema” bizim tahmin ettiğimizin çok ötesine geçerek Türkiye’nin en çok okunan sinema blogu oldu ve bir grup iyi arkadaşın yürüttüğü bir çaba olmasına rağmen kurumsal pek çok sinema sitesini geride bıraktı. Bu da PR şirketlerinin, yapımcıların vb. bize doğru dönmesine yol açıyor. Öteki editörü (ben) ve yazarları giderek daha fazla sektörel etkileşime maruz kaldıkları için bir miktar düzleştiğimizi ya da en azından öyle algılanır hale geldiğimizi kabul ediyorum. Fakat yine de kendi “anarşist” yapımızdan bir şey kaybetmediğimizi de savunuyorum. Yazarlarımız bu aralar yaz tembelliğinde olduğu için de öyle algılanıyor olabilir.

    Beyazperde’de yazma konusuna gelince… Beyazperde her zaman vizyon filmleri ve dosya konuları için takip ettiğim bir medya iken şu an yazarı olmaktan dolayı çok mutluyum. Ama orada yazmam ya da bir sürü basın gösterimine katılmam ya da herhangi bir popüler sinema çabasının içinde olmam bu sitenin anarşist ve içselleştirilmiş dokusuna zarar vermeyecektir.

    Basın gösteriminde izlediğim yakın zamanda vizyona giren şu film için yazdığım yazıdan da anlaşılacağı üzere: https://www.otekisinema.com/suphe-istoria-52-2008/

    Sevgiler, saygılar…

  3. Bazen “oteki” nin “berikine” bakmasından zarar gelmez. “Karalamak” yerine “paklamak” da nedense hep zor gelir insana. Yazanı çizeni eleştirmek okuyucunun en doğal hakkı elbet ama “karalamak?” işte orda durmak lazım…Saygılar ve Sevgilerimle

  4. “yazanı çizeni eleştirmek okuyucunun en doğal hakkı” diyerek yerinde bir tespit yapmışsınız. ama eleştirilmek de nedense zor geliyor galiba insana. ben yazıyla ilgili bir eleştiriden ziyade, hatta yazıyla ilgili kesinlikle hiçbir eleştiri yapmadan, öteki sinema ile ilgili genel fikrimi söyledim. belki de bu yazı, bunun için en uygun yer olduğu için burada söyledim bunu. “karalamak” ya da “paklamak” olayına girmeden sadece kişisel bir tespitti benimki. ısrarla da bu fikrimin arkasında olduğumu yinelemek isterim. keza editörün “Öteki editörü (ben) ve yazarları giderek daha fazla sektörel etkileşime maruz kaldıkları için bir miktar düzleştiğimizi ya da en azından öyle algılanır hale geldiğimizi kabul ediyorum” sözleri bunu destekleyici yönde.
    vizyon filmlerine dair yazılar yazmak, popüler olanın peşinde olmak tabii ki yanlış bir durum değil,ama bütün bunlar için zaten o amaçla açılmış bloglar, siteler mevcut.
    özetle öteki sinemanın, PR şirketlerinin, yapımcıların vb. kendisine doğru dönmesinin verdiği heyecanla özünden dönmemesini diliyorum.
    sevgiler..

  5. Öteki sinema iyidir hoştur ama ben de ötekisinemanın sadece öteki filmlere methiye düzüp, bazı çok başarılı filmleri sırf popüler olduğu için hiç anmamasını yahut olumsuz eleştirmesini yadırgarım kimi zaman. Bence şu an ki konumları öteki fanatikliği yapmaktan çok daha iyi bir durumda ilerliyor. Şikayet edilecek bir durum olduğunu düşünmüyorum. Tabii bunlar benim şahsi düşüncelerim. Ama bence site böyle gereksiz bir tartışmanın içerisine girmemeli.

  6. Şimdi aslıcım öncelikle iyi ya da kötü her yazının bir hikayesi var…Senin yorumun da benim yazımın altında olduğu için alakada kusur görmedim…Zaten yazıya bir eleştiri yok onu biliyorum ama bu yazı benim buraya yazmak adına giriş biletimdir…Doğru bir seçim değil ama o an bu yazıyı vücuda getirecek durumdaydım şartlar da bunu gerektirdi…Ayrıca “ötekileştirilmemesi” gerektiği halde izleyicinin alakasından ne yazık ki nasibini alamamış filmler de yazılıp çizilebiliyor…Misal en son yazım olan Mr. Nobody…Ama pek çok kaderdaşı gibi bir kaç yıl içinde keşfedilecek hatta en kaba tabir ile suyu çıkacak ve ilgili ilgisiz her izleyicinin ağzına sakız bile olacak zannımca…Her neyse çok gereksiz ve yersiz konuştum…saygılar ve sevgilerimle… :)

  7. ‘Geliştirme’ adı altında yapılan eleştiriler inandırıcı olmadığı kadar;’Yerme-Karalama’adı üstünde yapılan eleştiriler de beğenilir olmamıştır,olmayacaktır ve olmamalıdır.
    Gorcun arkadaşımın yazısı dillere pelesenk olmuş klasik ve haklı bir eleştridir tarafımca da kabul görendir.
    Türkiye gibi ‘Öteki-Beriki’ düşünceler içerinde bi yer seçmemek gerekmemekte mi?

  8. ben bu öteki-beriki kavraminin bir denge ustunde durmasi taraftarindayim..yani demek istedigim populer filmler ele alinacaksa da bunlar ‘b film’ ruhu tasiyan filmler olmali..mesela son donemde cikmis machete, splice ve expendables gibi filmlerin elestirilerini oteki sinema da gormek guzel olur..toy story 3 bu anlamda biraz konsept disi, asli’nin itirazini bu anlamda anliyorum..

    filmle ilgili dusuncelerime gelirsek; her biri birbirinden mukemmel olan bir animasyon uclemesi olarak tarihteki yerini almistir..

  9. Tamam çizgi filmler öteki dışı kalıyor, bazen popüler filmlere sitede yer veriliyor.Bu döngüyü tartışmaya kalksak içinden çıkamayız. Aslında benim derdim bu değil. Murat abiden bir ricam var benim. Lütfen ama lütfen bu animasyon filmler için de bir site kurun. Ben bayılıyorum bu filmlere ama bu filmlerin tartışılıp konuşulabilineceği güzel bir site yok. Ben kaliteli bir şey olmasını isterdim, bu yüzden sizden rica ettim. Bu site sinemanın ÖTEKİ yüzüyse çizgi filmler, artık madalyon değil bir prizma olan sinemanın üçüncü yüzüdür bence..Bir site yapmak öyle kolay bir şey değildir eminim, en azından Öteki Sinema’da ayrı bir kategori açıla bilir. Ben Tim Burton hayranıyımdır. Filmleri çok konuşulur ama animasyonları hep güme gider. Bilmeyenlere bir CORPSE BRİDE-ÖLÜ GELİN izleyin derim en azından; ya da bir CORALİNE..

  10. Popülerleşen her mecra gibi ötekisinema’da merkeze yaklaşmış, egemen söylemin ve beğenilerin rüzgarına girmeye başlamıştır. haliyle kimse “öteki” olarak kalmak istemiyor onlara kızmamak lazım.

  11. @Yerdil, başka bir siteyi yürütebilecek kadar enerjimiz yok ne yazık ki… Geçmişte X-Yeşilçam ve Turkish Bad Movies ile denedik bunu ama birden fazla siteye odaklanmanın zorluklarından dolayı başaramadık. Öteki Sinema için de canlandırma sinemasına daha geniş yer vermeli, daha ciddiye almalıyız. Bu konuda kesinlikle haklısın.

    @Bergman, okurlardan gelen tüm eleştiriler başımızın üstüne olmakla birlikte bunun biraz acımasızca olduğunu düşünüyorum. Yayınladığımız son 20-30 yazıya baktığımda, “Öteki” vasfımızın gayet yerinde durmakta olduğunu görüyorum. yüzlerce yazı arasında gördüğünüz 1-2 popüler sinema yazısı yüzünden, ki bunlar da yine az çok bizim beğenimize uygun işler, “Öteki Sinema”yı aforoz etmeyin lütfen.

    Tüm bunların yanında Sitges Fantastic Fest. Fantastic Planet. Frightfest. Sydney Underground. Trasharama gibi önde gelen fantastik film festivallerini takip edip sizlerle paylaştık ki, Türkiye’de bunu yapabilen blog ya da başka yapıda hiç bir medya yok.

    “Öteki” hala bildiğiniz gibi… Değişmeye de niyetimiz yok. :)

  12. @yerdil…
    Animasyonun her türünü seven biri olarak uzun zamandır aklımda olan bir proje ama ne yazık ki benim de dolu dolu böyle bir projeye ayıracak vaktım -şu an için- yok…4 senedir falan geyiği döner, bütün ülkelerin kısaları uzunları keşfedilmeyi bekleyen o kadar çok animasyon film var ki hele ki öğrenci filmleri…Umarım biri bu çağrıyı duyar da desteğimizi esirgemeyiz demek geliyor şu an benim elimden :(

  13. Benim aklımda da çizgi filmlerle ilgili bir yazı vardı. Murat Tolga Şen’e maille söylemiştim fikrimi olumlu cevap verdi ama ben daha başlayamadım yazıya. :) Yazı liste şeklinde olacak. En kısa zamanda yazıyı tamamlamaya çalışacağım.

  14. Murat abiye ilgisi için, Fatih YÜRÜR ve gorcun’e benimle aynı şeyleri hissettikleri için teşekkür ederim.Eminim çizgi filmlerin de çok büyük meraklıları var ve onlar da projeleri benim gibi merakla bekliyorlardır.Benim “keşfedilmeyi bekleyen çizgi filmler”i izleme olanağım pek yok.Gerçekten çok isterim onları keşfetmeyi..Unutmayalım ki çizgi filmler ilk, büyükler için yapıldı çocuklar için değil :)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Metropia (2009)

MirrorMask'a benzeyen Metropia, hem distopya meraklılarını hem de animasyonseverleri cezbedebilecek

Batman: Under the Red Hood (2010)

75 dakikalık Batman: Under the Red Hood için çeşitli kaynaklarda