Meksika Sineması’nı şöyle hafifçe kurcaladığınızda bile, birçok farklı türde, hatta birçok farklı türü iç içe geçirerek çekilmiş, birbirinden tuhaf, bir dolu filmle karşılaşmak oldukça olağan bir durumdur. René Cardona Jr. imzalı The Night of a Thousand Cats de o olağan filmlerden biri.

blank

René Cardona Jr. istismar sinemasına ilgi alaka gösteren sinemaseverlerin muhakkak ki yakından tanıdığı bir isim ama 1939-2003 tarihleri arasında yaşamış sinemacının filmografisini şöyle bir gözden geçirip, yönettiği filmlerin sadece isimlerine baktığınızda bile istismar sinemasıyla ilişkisini kolaylıkla tetkik etmeniz mümkün. Nitekim The Night of a Thousand Cats de sadece ismiyle bile anında dikkat çeken örneklerden biri. İsmini ve yapım yılını göz önüne aldığınızda izleyeceğiniz filmin (en azından baskın) alt türünün “animal horror” olacağını tahmin etmeniz akılcı bir yaklaşım olacaktır ama burada Meksika yapımı bir filmden bahsediyoruz. Gerçi evet, hakkını yemeyelim, filmde insan yiyen kediler mevcut ama mevcudiyetin biraz üçkâğıtçı bir şekilde gerçekleştirildiğini de ifade etmek lazım.

En baştan belirtelim de kediseverler rahat etsin, filmimizin “kötü adamı” kesinlikle kediler değil. Başkarakterimiz Hugo, Acapulco dışındaki gözlerden ırak ormanlık alanda yer alan, sadece birkaç odası kullanılabilir durumda gözüken, yarı yıkık, nerdeyse harabe denebilecek bir kalede yaşıyor. Şehre gidip gelirken (ki çok sık gidip geliyor) bizzat kendi kullandığı özel helikopteri tercih etmesinden ultra zengin olduğunu anlıyoruz anlamasına ama kaleyi niye tamir ettirmediğini anlamamız pek mümkün olmuyor. Hugo’nun bir de ayak işlerine bakan Dorgo isimli bir yardımcısı var: İriyarı, kel, topal ve dilsiz gibi özelliklerle süslenen karakter, tıpkı çılgın bilim insanlarının yanına illaki monte edilen “yardımcı” prototipine uygun bir görüntü çiziyor ama Hugo’nun çılgın bir bilim insanı olduğunu iddia etmek güç. Kalede, Hugo ve Dorgo dışında filmin isminden de anlaşılacağı üzere bin tane de kedi yaşıyor. (Şöyle kabaca bakıldığında binden az sayıda kedi olduğunu iddia etmek mümkün ama sanki filmin tek eksiği buymuş gibi buraya takılmak beyhude bir çaba olacaktır, neyse bu kedi mevzusuna birazdan döneceğiz.)

Hugo’nun çapkınlığı sağ olsun, kalenin hanım misafiri de eksik olmuyor. Helikopterle çıktığı gezilerinde şehrin zengin muhitlerini turlayan Hugo, avını yüksek binaların terasında güneşlenen ya da geniş bahçeli evlerinde vakit geçiren kadınlar arasından seçiyor. Helikopteriyle sinir bozucu bir sivrisinek gibi rahatsızlık veren bir gürültüyle dolaşan çapkın(!) Hugo, tavladığı kadınlarla şehrin egzotik mekânlarında vakit geçirip bolca seviştikten sonra en sonunda yaşadığı yere, son eylemini gerçekleştireceği kaleye götürüyor. Kurbanını öldürüp kafasını hatıra olarak içi garip bir sıvı dolu cam bir fanus içinde saklayıp geriye kalan vücudu parçalara ayırıyor ve işte kediler burada devreye giriyor. Dördüncü duvarı tel örgüyle kapatılmış özel bir odaya hapsedilen kedileri kurbanlarının etleriyle besleyen Hugo, bu sapkın eylemini daha yüksek bir platforma yerleştirdiği koltuğundan seyretmeye bayılıyor, yüksek bir yere kurulu tahtından arenadaki vahşilikleri izleyip keyif alan Roma İmparatoru misali.

Hugo rolünü canlandıran 1940 doğumlu Meksikalı oyuncu Hugo Stiglitz,  bu filmden sonra René Cardona Jr. ile başta köpekbalığı filmleri Tintorera: Killer Shark (1977) ve Cyclone (1978) olmak üzere birçok filmde daha beraber çalıştı. 70’li ve 80’li yıllarda rol aldığı Meksika yapımı korku filmleriyle ünlenen Stiglitz,  John Huston’ın yönettiği Under the Volcano (1984) ve Umberto Lenzi’nin yönettiği Nightmare City (1980) gibi farklı kulvarlarda yer alan filmlerle yurtdışında çalışma imkânı da buldu. Oyuncunun hayranlarından biri olduğunu bildiğimiz Quentin Tarantino’nun da Inglourious Basterds (2009) filminde Til Schweiger’ın canlandırdığı karaktere “Hugo Stiglitz” ismini verdiğini not olarak ekleyelim.

Gotik korku klişelerini hunharca (ve çoğu zaman manasızca) sömüren The Night of a Thousand Cats, Herschell Gordon Lewis özentisi ‘gore’ sahneleri de aynı özensizlikle sömürmeye gayret ediyor. İsminden konusuna kadar her şeyiyle “kötü film” hayranlarını cezbetmeye müsait filmi izledikten sonra elimizde kocaman bir can sıkıntısı ile B-filmlerden alınan o tarifsiz zevk arası bir “şey” kalıyor.

Öteki Sinema için yazan: Murat Kızılca

Posterler, VHS Kapakları ve Lobi Kartları

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

2 Comments Bir yanıt yazın

  1. Sevgili Murat,
    Ah kedi beslemeyen bilemez, iki kediden sonra ha 3 olmuş ha 1000 olmuş ne yazar! Ve heyhat!
    Kedilerini “en iyisiyle” besleyeceksin ki, ömürleri uzasın tüylü kuzuların.

    O değil de ben asıl bu tip animal horror B-filmlerini izlerken “Ulan şimdi bunlar kesin hayvanlara zarar da vermiştir” diye içimden geçirmiyor da değilim… Yoksa helal olsun tülülere insan yemi. :-D

    P.S. Eski eser konusunda naçizane dirsek çürüten biri olarak diyebilirim ki, adam bilerek tamir ettirmiyordur evi. Birincisi; Şimdi bunun projesi var, kurulu var vs… İkincisi ise; 3 kedi bile evi rahatlıkla dağıtırken, 1000 kedili evi tamir ettirsen ne olur! Her gün sil baştan bozulacak…

    Evet efendim kedilerle dertlendik, şimdi bir başka kedili film ile rahatlayalım.

  2. Harika yorumun için çok teşekkür ediyorum sevgili Tuğba.
    Bu tip filmlerde hayvanlara zarar verilmiş midir acaba şüphelerinde çok haklısın, nitekim bu filmde de şüpheleri destekler yönde bir sahne var ne yazık ki. Bu adam bu evi niye tamir ettirmiyor ki acep sorusunu da verdiğin bilgiler ışığında bir daha yeryüzüne çıkmayacak biçimde toprağın altına gömüyorum. Yazılarını özlüyoruz diyerek yorumuma son verirken bir kez daha teşekkür ediyorum.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Vinyan (2008)

Vinyan, neredeyse tamamı açık mekanlarda ve de cangılın derinliklerinde geçmesine
blank

Die Hard (1988)

Die Hard’ın kendisi kadar yapım süreci de merak uyandırıcı.