Disney, Edgar Rice Burroughs klasiği ve Burroughs Barsoom serisinin ilk kitabı olan “A Princess of Mars”a dayanan destansı, aksiyon macera filmi “John Carter: İki Dünya Arasında”yı sunar.

Bu yıl, 2012, dizide yer alan asıl uzay kahramanı olan ve Mars’taki maceralarında nesilleri heyecanlandıran Burrough’un karakteri Joh Carter’ın 100. yıldönümü…

John Carter nesiller boyu pop kültürün her türlü formunda kahraman bir çekim örneği haline gelmiştir. Karakter romanlardan, çizgi romanlara, sana eserlerinden animasyona, televizyona ve şimdi de sinemaya olmak üzere son yüzyılın en yaratıcı beyinlerine ilham vermiştir.

Çocukluğundan beri Barsoom kitap dizisinin hayranı olan Akademi ödüllü yönetmen/yazar Andrew Stanton, “John Carter: İki Dünya Arasında”yı canlı aksiyon’daki ilk denemesinde beyaz perdeye aktarması için esin verenin ne olduğunu anlatıyor; “Bu kitaplar için onlarla en uygun olan yaşımda karşılaştım. 10 yaşlarındaydım ve bir insanın kendini Mars’ta, yabancı ve yeni bir dünyada inanılmaz yaratıklar arasında bulması konseptine bayıldım. Yabancı bir yerde bir yabancı. Macera ve bilim kurgunun çok romantik bir açısıdır. Her zaman bunu beyaz ekranda izlemenin güzel olacağını düşünmüştüm.”

MİRAS

Birçok kişi tarafından ilk uzay kahramanı olarak görülen John Carter, dünyaya ilk olarak Amerikan yazar Edgar Rice Burroughs’un “Under the Moons of Mars” hikayesiyle tanıştırılmıştır. 1917’de yeniden adlandırılıp “A Princess of Mars” olarak basılmadan önce All-story dergisinde düzenli olarak yayınlanmıştır. Burroughs daha sonra “Barsoom” dizisi olarak ünlenen 10 kitap daha yazmıştır. Barsoom, Burroughs’un Mars gezegenine verdiği isimdir. Kitabın yayınlanışından beri 20. yüzyılın sanat, edebiyat ve bilimindeki büyük dehalarından bazıları eserleri için ilham verici ve motive edici bulmuştur.

Burroughs hikayeyi yazamaya 35 yaşında başlamış. O dönemde erkek kardeşiyle birlikte bir kırtasiye şirketinde çalışıyor ve mekan, karakter ve kronolojilerini takip etmesine yardım eden detaylı çalışma planlarını yaratmak için şirketin ürettiği defterleri kullanıyormuş. Burroughs eserini bitirmeden önce bir romanı nasıl yayınlayacağını bilmediğini fark etmiş ve hikayenin 43 bin kelimesini “Dejah Thoris, Marslı Prenses” ismiyle All-Story dergisinin editörüne göndermiş. Yönetici editör Thomas Newell Metcalf, dizi yapma hakları için 400 dolar önermiş ve ismini hemen değiştirmiş.

Bilim kurgu yazarları Robert A. Heinlein, Arthur C. Clarke ve Ray Bradbury, kendi eserlerinin ilhamını John Carter’dan aldıklarını belirtmişlerdir. James Cameron, destansı bilim kurgu filmi “Avatar”da John Carter kitaplarından etkilendiğini söylemiş, George Lucas da “Star Wars” filmlerinde Cater’dan etkilendiğini söylemiş, yazar Michael Crichton ise karakterlerinden birine John Carter ismini vermiştir. Bilim adamı Carl Sagan kitapları küçük bir çocukken okumuş ve Burroguhs’un kurgusu olan Barsoom gezegenini bir haritası 20 yıl boyunca Cornell Üniversitesi’nde Sagan’ın ofisinin dışındaki koridorda asılı kalmıştır.

Bugün, Tarzana, California şehrinde Tarzana çiftliği adı verilen Burroughs’un evi hala ziyaret edilebilir.

HİKAYE

“John Carter” yabani ve gizemli Barsoom (Mars) gezegeninde geçen bir aksiyon macera filmidir. Sıradışı sakinleri: Zodanga ve Helium’un savaşçı Kızıl ırkı, vahşi Tharklar ve manipülatif ve güçlü Thernlerdir.

Bir zamanlar yaşam ve medeniyet dolu bir gezegen olan Barsoom artık ölmekte olan ve 10 bin yıldan fazla süren savaşlar nedeniyle mahvolmuş bir gezegendir. Sab Than liderliğindeki Zodanganlar, Heliumitelarla savaşırlar. Güzel prensesleri Dejah Thoris savaşa son verecek ve sevgili gezegenini kurtaracak bir çözüm bulmak için çabalar.

blank

Savaştan yorgun düşmüş Amerikan iç savaş gazisi John Carter, Arizona’daki ücra bir mağaradan beklenmedik bir şekilde kızıl gezegene nakledilir. Güç dengesi bozulmuştur. Yerçekimi değişikliği Carter’a olağanüstü yetenekler kazandırır. Gözle görünen “süper güçleri” savaşçı kabileleri şaşırtır ve onu ele geçirecek taraf için güçlü bir varlık haline getirir.

Önce Tharklar tarafından bulunup köle yapılır. Ama Carter, eve dönmenin bir yolunu bulabilmesi amacıyla dehşet veren kabileden kaçmasına yardım etmek için her şeyi tehlikeye atan liderleri Tars Tarkas’ın saygısını kazanır. Carter, kendisine emanet edilmiş Tharklı bir kadın olan Dejah Thoris ve Sola’nın yardımıyla yeryüzüne dönüş umuduyla kutsal Iss kapılarına doğru tehlikeli bir yolculuğa başlar.

Cater, antik Barsoom efsanesini ve kaba içgüdülerini izleyerek kapıları bulur. Ama orada Carter ve Dejah’ın beklediğinden çok daha fazlası gösterilmiştir.

Sab Than bu arada, savaşan tarafları bir araya getirmek ve iç savaşı sonlandırmak için Dejah’ın babası Helium kralını kendisiyle Dejah’ın siyasi bir evlilik yapmasına ikna etmiştir. Sab Than, kralın habeir olmadan Thernlerin lideri, her şeye gücü yeten Matai Shang’ın kontrolünde çalışıyordur. Ama barış değil, Heliumiteları zararsız hale getirerek Thernlerin mutlak kontrolü ele geçirmelerinin yolunu açmaktır.

John Carter, hain planı öğrenince kahramanlık boyutlarında bir göreve başlar. Dostu Tars Tarkas’ın yardımıyla, zorlu bir ordu kurar. Helium’a varmak ve fazla geç kalmadan düğüne engel olmak için yola çıkar. Helium Prensesi Dejah’ın ve tüm Barsoom gezegeninin hayatta kalması tek bir olağanüstü adamın- John Carter’ın elindedir.

YÖNETMEN VE VİZYONU

Ünlü yönetmen Andrew Stanton için Burroughs’un kitabını beyaz perdeye taşımak hiç kolay değildi. İlk canlı aksiyon filmini diğer bilim kurgu filmlerinden ayrı tutmak da istiyordu. Şöyle söylüyor; “’John Carter, romantizm, aksiyon ve siyaset entrikaları içeren büyük, destansı bir bilim kurgu aksiyon macera filmidir. Konusu çok uzun süre önce yazılmış olduğundan son yüzyılda bu tür hikayelerin kaynağı olmuştur. Mizah kitaplarından önce mizah kitabı gibi, başlı başına bir janr olmadan önce bir macera hikayesiydi ve başka bir şeyden türetilmemiş gibidir çünkü 100 yıldır her şeye ilham kaynağı olmuştur.”

John Carter hikayesinin Stanton’a çekici geldiği benzersiz konulardan biri de iç savaştan sonra hem dünyada hem de Mars’ta geçmesiydi. Stanton şöyle açıklıyor; “O dönemde (1912) bilimin, gelecekteki teknolojinin ve fantezinin bakışı insanların dünya algısını yansıtır. Bence bu kitapların ve karakterlerinin cazibesinin bir bölümü de bizim zamanımıza ait olmamalıdır. İç savaş sonrası dönemindenler. Sadece dünyanın değil Mars’ın da o tatta olmasını, kendi kategorisini oluşturmasını ve tesadüfen bile olsa daha güncel bilim kurgu ya da fantezi filmleriyle kıyaslanmasının mümkün olmamasını istedim.

“Yüzyılın dönümünde birinin gözünden izlenen bilim kurgu olduğu için havalı, eski moda bir oyun tadı var. Her iki gezegende de gerçek mekanlarda olmasını ve gerçekten o zamanda olduğunu hissettirmek istedim.” diyor.

Ama John Carter’ın merkezinde Stanton’ın işaret ettiği gibi kendisini neyin doğru neyin yanlış olduğunu seçmeye zorlayan şartlara yakalanmış bulan çok insani bir hikaye vardır. “Hikayede beni en çok etkileyen yabancı bir toprakta, bir anda kendi tercihi dışında olağanüstü hale gelen yabancı bir adam hakkında olmasıdır. Hediyeler verilen ve onları başkalarının iyiliği için ya da kendisi için kullanmaya karar vermek zorunda kalan birinin örneğidir. John Carter bu tercihte yol ayrımındadır. Krizin ortasındaki bir dünyaya gelmiştir. Terazi gezegenin lehine olmayacak şekilde ağır basacaktır ve teraziyi ters çevirmek için önemli bir rol oyanayabileceğini fark eder. Sorun bunu yapacak olup olmadığıdır”

“Ahlak kuralları ve değerleri olan birinin fikrini sevdim. Ama hayat ona kötü bir el dağıttığı için dünyaya daha önce olduğu kişi olarak dönmek istemiyor. John Carter’ın yeniden saldırması için dünyayı terk etmesi ve insanlığını Marslılar arasında bulması gerekmektedir.”—Andrew Stanton, yönetmen

“John Carter”, Stanton’ın canlı aksiyon yönetmenliği dünyasındaki ilk adımıdır. Ama canlı aksiyon ve canlı animasyon yönetmenliğinin zıt kutuplar olmadığını kısa sürede keşfetmiştir. Her iki disiplinin zorluklarını kıyaslarken şunları söylüyor; “İyi yanı sanal filmler yapmak insanların düşündüğü gibi canlı filmler yapmaktan pek farkı olmadığı. Kesinlikle çok sayıda belirgin farklılıklar var. Ama ikisinin de amacı ekranda izleyiciyi yakalayan, hikayeyi ileri götüren ve anlatımı destekleyen büyük bir görsel yapmaya çalışmak. Kolay olduğunu söylediğim sanılsın istemem. Kolay değil Ama iki disiplin uzaktan akraba olmak yerine çok yakın iki kardeş gibi. Bunu keşfettiğimde çok mutlu oldum. Bana göre tek büyük fark animasyon için bir haftada karar vermem gerekirken film setinde bir günde ya da bir saatte karar vermem gerektiğiydi. Neyse ki bunun olacağını biliyordum.”

Stanton “John Carter” projesine “konforlu bölgem” dediği ekiple başlamış; Jim Morris (yapımcır), Mark Andrews (eş-yazar ve 2. birim yönetmeni) ve Lindsey Collins (yapımcı)— hepsi de Pixar’dan uzun dönemli meslektaşlarıdır.

Çekirdek film yapımı ekibini başka üyelerle genişletirken şöyle söylyüro; “Önce Colin Wilson’ı getirdik. Büyük etkili filmler dışında canlı aksiyon filmlerinde de çok sayıda deneyimi vardır. Jim (Morris) ve Lindsey (Collins)’in diğer güçlü yanlarını kusursuz biçimde tamamlamıştır.

“buna karar verildikten sonra en kısa sürede yapım tasarımcıyı bulmamız gerekiyordu. Nathan Crowley’i seçtik. ‘WALL•E’ ve ‘The Dark Knight’ı takdir eden ödül sezonunun doruğunda bir araya geldik. Filmlerimizi çevreleyen bütün heyecanın temelinde birlikte çalışmak gerçekten heyecan vericiydi. Nathan, çok taze bir göz ve orijinal bir bakış açısı getirir. Nathan’ın hassasiyetinin yanı sıra şaşırtıcı bir estetik algısı vardır. Mimariyi ve bizimkinden gelmeyen bir dünyanın fonksiyonelliğini tümüyle yeniden düşünmüştür. İnsanların Mars’ta neden pencerelerini açmaya karar vereceklerini ve kapılara ihtiyaçları olup olmadığını düşünmeye başladı. Aslında bir dünyayı sıfırdan yeniden tasarlamak heyecan verici bir iş. Birçok düzeyde tekerleği yeniden icat ediyorsunuz. Bence harikaydı.”

Kısa süre sonra görüntü yönetmeni Dan Mindel işe alınmış. “İş kapsamının hoş yanı ne kadar uyum sağlayabildiğini ve seçici olduğunu göstermesidir. Böyle bir film için çekimlerin her şeyden önemli olmadığını gerçekten anlayan bir görüntü yönetmeni. Çünkü sadece denklemin yarısını oluşturur. Öte yandan görsel efektler var ve ikisinin bir araya gelmesi nihai görüntüyü ortaya çıkarır.”

Londra’da büyük bir efekt evi olan Double Negative’in yöneticisi Peter Chiang, filmin görsel efektler süpervizörü olmuş. “Peter ve ekibiyle tanıştık. Pixar’ın ilk günlerindekine çok benzeyen bir çalışma biçimleri vardı. Bu yüzden bu ekibi getirirken de çok rahat hissettik.”

yönetmen Stanton, John Carter’a olan yaklaşımını şöyle özetliyor; “bana yanıt her zaman bir film yapımcısı olarak değil de sinemaya giden bir sinema izleyicisi gözüyle baktığımda gelir. Bana bunun başka bir şeyin türevi olduğunu değil de yeni olduğunu ne hissettirir? Bu filmde Mars tarihinin çok iyi yapılması ve sadece haberiniz olmayan ücra bir yer duygusunu vermesini istiyorum. “

HİKAYEYİ UYARLAMAK

Yönetmen Andrew Stanton, orijinal kaynak malzemeye hem heyecanla yaklaşmış hem de saygı duymuş. “Çocukken kitabın büyük bir hayranıydım. Ama 30’lu yaşlarımın sonunda yeniden keşfettiğimde kendi hikayelerini yazması ve filmler yapması gereken birinin gözüyle okudum. Sadece kitabın hala çok iyi olduğunu takdir etmekle kalmadım. Aynı zamanda iyi bir film olması ve kitabı okurken hissettiğiniz duyguyu yakalaması için ne kadar çok değiştirilmesi ya da kurgulanması gerektiğini gördüm.

Stanton şöyle diyor; “Bence bir kitaptan uyarlama yaparken film yapımcısının görevi şudur; edebi olarak sadık olabilirseniz çok iyi olmasına rağmen çok da önemli değildir. Daha önemli olan izleyicinin kitabı okurken hissettiklerimi hissetmesini sağlamaktır. Bana göre iyi bir uyarlamanın işareti budur. Yapmaya çalıştığım da bu oldu.”

Şöyle ekliyor, “Barsoom dizisindeki başka kitaplara da baktım ve bazen ilk hikayede daha iyi olabileceğini düşündüğümbir karakter ya da bir durum buldum. Daha fazla araştırabileceğimizi düşündüğüm her şeyi detaylandırdım. “(Senaristler) Mark Andrews, Michael Chabon ve ben bir filmdeki beklentilerinizin ritminin daha iyi olması amacıyla ilk kitabı okurken olduğu haliyle en iyi parçaları korurken bu öğeleri dengelemek için çok çalıştık.”

Neslinin en iyi hikayecilerinden biri olarak bilinen Stanton fanteziye yabancı değil. İnanılmazı inanılabilir yapma konusuna yaklaşımını şöyle anlatıyor; “Birçok Edgar Rice Burroughs kitabının ardındaki fikirleri tanımlarken çılgın bir fantezi gibi görünüyor. Bana göre bu gerçekten üstesinden gelmeyi istediğim bir konuydu. 3 metrelik, 4 kollu, uzun dişli bir yaratığı nasıl satabilirsiniz ve izleyicinin tamamen kabul etmesini sağlarsınız? Evcil hayvanınız gibi davranan ama gezegendeki bütün yaratıklardan daha hızlı koşabilen çok bacaklı, kertenkele benzeri bir yaratığın gerçekten var olduğuna nasıl inanabilirsiniz? Filme girmenin yolunun bu olduğunu düşündüm. Çok fazla sıra dışı olmaya çalışmadan. Aslında tam tersiydi.”

“Bunların başka bir gezegendeki doğa kuralları ve gerçeklik kuralları olduğuna inanmanızı istiyorum. İzleyicinin Barsoom’un yabancı bir ülkeyi ziyaret ettiğinde, kültürlerin, hayvanlarını ve bitkilerini bilmeden kabullendiği gibi kabullenmesini istiyorum. Ama ne kadar fantastik olabilse de bu yerin bir yerde gerçekte var olduğunu bildiğiniz için kabul ediyorsunuz. Bu filme yaklaşım biçimimiz böyle oldu.” —Andrew Stanton, yönetmen

Yapımcı Colin Wilson, “tam bir altın madeni” dediği Burroughs’ın malzemesini uyarlama konusunu daha da detaylandırıyor; “bir şeyin türevi olmadığımızı ve başka bilim kurgu projeleriyle bir ilişkimiz olmadığını garanti etmek için klişelerden kaçınmak için çok çaba gösterdik. Asıl heyecanlı olan yaratıklardan, karakterlere, hava gemilerinden set tasarımına ve rotama kadar tasarımın bütün yollarını ve bakış açılarını keşfetmek. Bu entegre öğelerin her birinde taze, yeni ve ilham veren bir şeyler yaratmalıydık.”

Burroughs’ın kitabıyla senaryo arasındaki farklılıkları detaylandıran Wilson şöyle devam ediyor. Senaryodaki en büyük yapısal katkı başlıca rakip Matai Shanag. Carter ile gezegende yaşayan yerli gruplar arasında çatışma çıkaran Thernlerin lideri. Amaç Thernlerin gezegeni, doğal kaynaklarını kontrol etmesi ve üzerinde yaşayanların hayatta kalmak için duydukları ihtiyaçlardan mahrum bırakarak yavaş yavaş kendisini yok etmesine izin vermek. Matai Shang karakteri iğneye ipliği geçirmemize ve hikayede doğal bir çatışma yaratmamıza olanak verdi.”

John Carter için yönetmen Andrew Stanton ve Michael Chabon ile birlikte senaryoyu yazan Mark Andrews filmin orijinal kaynak malzemeyle nasıl aynı olduğunu açıklıyor; “Edgar Rice Burroughs çok iyi bir plan yazarıydı. Aylık bir dergi için Barsoom dizisini yazmış. Yani her biri heyecanla kalan 12 bölüm yazmış. O format bir sinema filmi için olan 2 saaatlik hikayeye uymuyor. Carter’ın sadece bölümden bölüme gçmek ve olduğu haliyle eğlendirmenin ötesinde bir amacı olması gerekiyor. Bizim yaptığımız da fikirlerin çoğunu sadeleştirmek. Böylece Burroughs’ın hayal gücünün kaymağını alabildik.”

Senaryo yazarları filmin ana temasının bölünme olduğuna karar verdiler. Carter bölünmüş bir ruh – vazgeçmek ve hayata geliş amacını uygulamak arasında bölünüyor. Dejah Thoeirs Helium’u kurtarma tutkusuyla John Carter’a karşı duyguları arasında bölünüyor. Tars Tarkas ırkın sürmesi için eski Thark yöntemlerini izlemekle bir zamanlar sahip oldukları bazı antik ve daha medeni değerleri geri kazanmak için yöntemlerini değiştirmek arasında bölünüyor. Barsoom’un kendisi de bölünmüş- kendi içinde savaşta.

Andrews şöyle özetliyor; “Destanda bulunan bütün konular var; iyi ve kötü, sadakat ve bencillik, zalimlik ve merhamet. Ancak hikayenin omurgası her karakterin içindeki bölünme ve içinde bulundukları dünyanın bölünmesi.”

Yazarların kaynak malzemeden senaryo uyarlamalarına taşımak istedikleri en önemli unsurlardan biri de özgünlüktü- karakterlerin kimliklerinin özgünlüğü, yapım tasarımının özgünlüğü ve dünyanın özgünlüğü. Andrews şöyle söylüyor; “İzleyiciyi başka bir gezegene, bizim yarattığımız yaratıkların olduğu yabancı bir yere götürüyoruz. Gerçek olması gerek. Hoş ve parıltılı olmasını değil, taşlı ve kirli olmasını istiyoruz. Bu yüzden tozu ve sisi yakalamak için Utah’a gittik. Ortamın bu karakterler için ne kadar zorlu olduğu duygusunu gerçekten hissedebiliyoruz.”

Yapımcı Jim Morris uyarlama hakkında şöyle yorum yapıyor; “Gereçkten heyecan duyduğum konu Andrew Stanton, Mark Andrews ve Michael Chabon’ın tamamen karaktere dayanan ama son derece geniş ve destansı bir zeminde geçen bir senaryo yazmış olmalarıdır. Bir uzaylı dönem filimden çok bir macera filmi olarak yazılmış. Yani son yıllarda gördüğümüz bir çok bilim kurgu filminden çok daha farklı bir film türü.”

KASTI OLUŞTURMAK

Yönetmen Andrew Stanton, filme nasıl bir kast yapmak istediği konusunda çok belirgin fikirlere sahipmiş. “Böyle büyük, simgesel başrolleri olan bir filmi görünce oyuncuyu başka bir rolle bağdaştırmak istemem. Karaktere yüzde 100 inanmak isterim. Kast sürecine başladığımızda henüz keşfedilmemiş oyuncular bulmanın çok zor olacağını düşündüm. Taylor (Kitsch) doğal bir yetenek. Müthiş içgüdülere sahip ve çalışmak için çok güzel, işlenmemiş özellikleri var.”

Stanton şöyle ilave ediyor; “Ateşini başka kimse doyurmadan yakaladığım için kendimi şehrin en şanslı adamı gibi hissettim. Carter rolü için tam aradığım kişiydi; canlı, karizmatik… karanlık. Onun iş ahlakına sahip bir oyuncuyu bulmanız da çok zordur. Her seferinde ortaya kendisinden yüzde 150 katar.”

Taylor Kitsch, Andrew Stanton’ın John Carter karakterinin karmaşıklığını Edgar Rice Burroughs’un orijinal kaynak materyali kullanmasına bağlıyor. “Andrew Stanton’ın yaptığı Burroughs’un eserinin temelini yerçekimi eksikliği, Carter’ın sahip olduğu gücü bulması ve Mars’In orijinal kaynak malzemede temsil ettiği her şeyi alıp, karakterler ve geçmişleri hakkında daha derine inmiş olmasıdır. Bana çok malzeme vermiştir. Senaryosundan karakterimle ilgili bu kadar çok bilgi almak çok güzeldi.”

Kitsch, Stanton’la çalışma fırsatı bulduğu için mutlu olmuş ve Stanton’ın oyuncularıyla çalışma biçiminden çok etkilenmiş. “Andrew daha önce çalıştığım kimseye benzemiyor. Çünkü beni Willem’i (dafoe), Samantha’yı (Morton) ve diğer oyuncuları yönettiğinden farklı yönetecek. Sadece benim içn neyin işe yaracağını bilir. Çok kişisel ve işbirlikçi bir çalışma çünkü bana en az benim ona güvendiğim kadar güveniyor.”

Filmde en çok keyif aldığı sahne sorulduğunda Kitsch şöyle yanıtlıyor; “Büyük Beyaz Maymun sahnesi muhtemelen hiç unutmayacağım bir sahne. Sadece arenanın enerjisi bile gerçekten müthişti. Sahne denemesi için gittiğimde Stanton bana Büyük beyaz Maymunları gösterdi. O anda sahnenin destansı olacağını biliyordum. Hepimiz görevimizi yapmışsak muhteşem olacaktır. O sahnenin ödülü inanılmaz büyük. Karakterim ve filmin geneli için çok önemli bir şeyi temsil ediyor ve bunu çok sevdim.”

Stanton, Prenses Dejah Thoris’i oynayacak kusursuz sanatçı arayışına çıktığında kesin fikirleri varmış. “Dejah Thoris için zeki ve güçlü olduğuna ve damarlarında asil bir kan dolaştığına inandığınız birine ihtiyacım vardı.”

“Lynn kast odasına geldiğinde o özelliğe sahipti ve ben büyülenmiştim.” Diyor.” Onu daha ciddi bir kast görüşmesi için tekrar aradık. Taylor’un karşısında okuma yaptığını gördüğüm an, ayakkabının Sinderella’nın ayağına uyduğu an gibiydi. Karşılaştığım en tutkulu oyunculardan biri. Taylor’la bir ekip oldu ve inanılmaz bir enerji oldu. Mucizevi bir kast oldu çünkü film boyunca ikisinden de çok yararlandım.”

Lynn Collins, Taylor Kitsch’le ekran önündeki ilişkilerine nasıl yaklaştıklarını açılıyor; “Bu ilişkinin en önemli yanı kimyası. Mars’tan birini ve dünyadan birini alman ve zıt karakterlerinin nasıl uyum sağlayacağını, nasıl bir araya geleceklerini, nasıl çatışacaklarını ve nasıl çekici bulacaklarını belirlemeniz gerekiyor. Bu karakterlerin bir araya gelmesi ve ayrı düşmesi bir dans.”

Collins, önce rolün fiziksel taleplerinden korktuğunu itiraf ediyor. “Çok fazla fiziksel çalışma yapma konusunda endişeliydim. Çok yoğun miktarda dövüş ve kablolu çalışma var. Yüksekten çok korkardım. Ama artık bu film sebebiyle tümüyle yok oldu. Taylor’ın karakteri John Carter büyük mesafelere sıçrayabiliyor, bu sıçramaların çoğunda ben de vardım. Bu yüzden her yerde asılıyorum! Fiziksel olarak zorlayıcı ama güvendiğiniz bir yönetmen olması çok rahatlatıcı. Zorlu çalışmalarının karşılığını alacağını biliyorsun.”

Yönetmen Andrew Stanton’la çalışmak Collins için inanılmaz olumlu bir deneyim olmuş. “Andrew’a öyle çok güvenim var ki üzerimden her türlü endişe kalkıyor. Ona ve vizyonuna tümüyle güvenirim. Muhteşem bir zekası vardır. Egosu olmayan sanatçılardandır. Gerçekten işle ve hikayeyi kolaylaştırmakla ilgilidir. Oyuncu olarak bunu çok takdir ederim. Çünkü yönetmen net olunca benim sürecim kolaylaşır. Hikayesini ve ne başarmak istediğini bilir.”

“John Carter”da çok modern olan öncelikli konular var. Lynn Collins’i role çeken de bu konular olmuş. “Mars’ta resmedilen toplumsal çatışmalar bugün gezegenimizdeki bazı sorunlarla bağdaşıyor. Konu açısından son derece modern. Malzemenin beni bu kadar çekmesinin nedeni de bu. Umarım izleyici de sinemadan sadece hayatlarının yolculuğunu yapmış ve bu müthiş karakterlere aşık olarak değil de toplumsal açıdan kendi davranışlarını ve bizim davranışlarımızı da düşünerek çıkar.”

Kitsch, oyuncu arkadaşı Lynn Collins’le çalıma konusunda şöyle söylüyor; “Lynn çok eğlenceli. Dejah’a kattığı enerji ve bunun temsil ettiği inanılmaz. Role büyük bir denge ve tutku kattı. Çünkü karakteri güçlü bir yolda. Güven bir oyuncu için çok önemlidir ve iyi bir dost olarak Lynne’e çok güveniyorum. Onunla çalışmak harikaydı.”

Andrew Stanton da Thark lideri Tars Tarkas rolü içinde istekli oyuncu Willem Dafoe ile çalışma fırsatından keyif almış. “Willem (Dafoe)nun canlandırdığı karakter, kabilesinde itibar kaybetmesine rağmen saygı bekleyen daha yaşlı, soylu bir karakter. Willem soyağacı, film geçmişi ve kişisel tarihiyle sete aynı türden bir hava getiriyor. Aslında kendisi de öyle biridir.” Diyor. “Provalar sırasında bütün oyuncular aynı salonda bir aradayken herkesin bir anda performanslarını artırması inanılmazdı. Willem istemeden, kastın geri kalanının arzu ettiği büyük bir şıklık ve olgunluk örneği temsil ediyor.”

Dafoe’yu John Carter projesine çeken asıl etkenlerden biri de Stanton’ın yönetmesi olmuş. Geçmişte Stantonla çalışması konusunda şöyle yorum yapıyor; “Andrew (Stanton) ile ‘Finding Nemo’da çalıştım ve seslendirme yapmış olmama rağmen Andrew’u inanılmaz donanımlı buldum. Her sahneyi, her süreci bilir. Aynı anda birçok şey yapar.”

Stanton’la bir kez daha ama bu kez canlı aksiyon filminde çalışmak konusunda şöyle söylüyor; “John Carter’da oynamanın en büyük zevklerinden biri de Andrew (Stanton) ile bu boyutta, muazzam bir popülariteye sahip olan ama tatmin etmeyen bir hikayede çalışmak. Bence animasyon tecrübesi ve Pixar’da çalıştığı uzun yıllardan dolayı film yapımına kişisel bir yaklaşımı var. İnanılmaz popüler filmler yapmış. Ama kendi merakına ve zevkine göre ilerliyor gibi görünüyor. Sürekli araştırmayla desteklenen büyük detaylarla çalışıyor. Birçok konuda bilgiye sahip. Ama klasik filmlere karşı çocukça bir sevgisi var.”

Dafoe, Tharkların uzun boylu, 4 kollu liderini oynama ihtimali konusunda hiç korkmamış. “John Carter büyük bir film olduğu için heyecanlandım. Andrew bana filmdeki dünyanın planlarını gösterdiğinde güzelliği beni etkiledi. Kastın hazır olmasını beğendim. Tars rolünün fiziksel açıdan dikkat gerektireceğini biliyordum. Bazen filmdeki rollerdeki fiziksel zorlukları özlüyorum ama John Carter çok fazla fiziksel performans öğesi vaat etti. Sadece bir metrelik ayaklıkların üstünde oynamadım, mimik dili ile filmin bir kısmında kullanılan sözel Mars dilini geliştirmek zorundaydık.”

Dafoe , sahnedeki zamanının çoğunu John Taylor rolündeki Taylor Kitsch ile paylaşıyor. Karakterlerinin ilişkisini şöyle anlatıyor; “Tars’ın hikayede John Carter’la bir araya gelmesi çok dokunaklı. Mizah da var. Görsel olarak bile çok garip bir çift. Bir araya gelince farklı kültürlerini yansıtan çok fazla etkileşim var. Bu da komediye ve yanlış anlaşılmaya çok fırsat veriyor.”

Dafoe, Taylor Kitsch’in yeteneği ve iş ahlakı konusunda övgüler sunmaktan başka bir şey yapmıyor. “Rolün kahramanlığına kolaylık ve güven getiriyor. Taylor filmin en çalışkanı. Neredeyse her sahnede var. Çok pratik ve yaklaşımı çok sadık. Kendisinden fiziksel olarak özel şartlar istenmiş- iyi bir dansçı ve bütün kablolar ve tehlikeli roller için fiziksel açıdan çok iyi bir oyuncu olması gerekiyor. Bence son derece iyi başardı.” Diyor.

John Carter’la ilgilenme görevi verilen dişi Thark, Sola’nın kastını seçme konusuna gelindiğinde Stanton, Sola’nın birçok özelliğini taşıdığını düşündüğü Samantha Motron’u bulduğuna çok memnun olmuş. Şöyle söylüyor; ” Sam, karakteri Sola’yla birçok ortak özelliğe sahip. Büyük bir kırılganlığı ve anaç özelliği var.”

Morton senaryoyu okuduğunda “mutlu ve şaşkın” olduğunu itiraf ediyor. Şöyle anlatıyor; “Beni güldürdü. Ağlattı. Hemen tekrar okuma isteği verdi ve k-okudum. Muhteşem olduğunu düşündüm. Normal aksiyon macera efsanelerinden farklı bir malzemesi olduğunu hissettim. İnanılmaz derecede iyi yapılanmış bazı karakterler için sağlam temelleri var gibi göründü.”

Morton, çok iyi bilinene ve sevilen edebi bir karakteri canlandırmanın bir sorumluluğu olduğunu düşünüyor. “Kariyerimde ünlü karakterleri oynadım. Jane Eyre bunlardan biri. Çok sevilen birini oynamanın doğasında büyük bir sorumluluk olduğunu hissediyorsunuz.Çünkü karakter hakkında çok kişinin fikri vardır. Bu projeye başlarken herkesin Sola’nın nasıl olacağı hakkında bir fikri olacağının farkındaydım. Çünkü bir kitap okurken çok kişiseldir. Sen, hikaye ve hayal gücün vardır.”

Morton için Thark oyuncularıyla birlikte hazırlık yapmak çok önemli ve gerekli bir süreç olmuş. Şöyle söylüyor; “Andrew (Stanton) bize gerekli prova süresini vermeye kararlıydı. Böylece birlikte çalışarak, oynayarak ve Thark seslerimizi birlikte pratik ederek karakterler hakkında konuşabilir, ırk olarak kim olduğumuzu bulabilirdik. Birkaç hafta birlikte çalıştık. “Belki böyle hareket ederler” ya da “belki böyle konuşurlar diyerek eğlendik. Kesinlikle paha biçilmez bir yaratıcı süreçti.”

Morton, Andrew Stanton’la çalışmak konusunda şöyle söylüyor; “Böyle bir filmde Andrew (Stanton) gibi bir yönetmenle çalışmak muhteşem. Yönetmen sık sık bütün çekimlere şekil vermek konusuyla meşguldür. Ama Andrew’da belki de animasyon tecrübesinden dolayı her şeyi önceden planlamış olduğunu hissediyorum. Oyuncu olarak bir yönetmende bunu hissettiğinizde kendinizi kollarına bırakabilirsiniz. Çünkü çok güvenlidir ve çok nadir bulunur.”

Thomas Haden Church, başka bir Thark olan, kabilenin başına lider olarak Tars Tarkas’ın yerine geçmek isteyen acımasız savaşçı Tal Hajus rolünü alıyor. Andrew Stanton ile çalışacağı için esinlenerek şöyle yorum yapıyor; “Yönetmen olarak Andrew’un hikaye anlatımını severim. Hayatı destekleyen bu hikayeleri anlatımında çocuksu bir cazibe vardır ve mizah ve dramla birlikte anlatır.”

Haden Church de John Carter’ın yetenekli kastıyla çalışacağı için heyecan duymuş. “Willem Dafoe benim için oyuncu olarak büyük bir kahraman. Herhalde gerçekten sevdiğim ilk film ‘To Live and Die in L.A.,’ ve sonra da ‘Platoon’ idi. Performanslarını incelerdim. Abartmıyorum- Willem oyunculuk mesleğini seçerken bana ilham veren bir avuç oyuncudan biridir. Bu filmde onunla oynama şansını bulmam inanılmaz.”

Şöyle devame diyor; “Samantha Morton göze çarpan bir yetenek. Gözlerinde, duygularını ve fiziksel oyunculuğunu incelikle kontrol edişinden çok şey geliyor. İnanılmaz ifadesel, kalpleri eriten ve trajik olan bambaşka bir düzey getiriyor. Tümüyle yorumlayamaya bilirim. Bu nedenle geride durup dünyamıza yansıttığı ışığa minnet duyuyorum. Olağanüstü biri.”

Film yapımcıları Thernlerin gizemli lideri Matai Shang rolü için Mark Strong’u seçmiş. Strong karakterin güdülerini tarif ederken şöyle söylüyor; “Matai Shang’i kötü olarak görmüyorum. Andrew (Stanton)ın Thern karakterlerine hayat verme ve 3 boyutlu hale getirme biçimi onlara bir amaç vererek oluyor. Matai’nin amacı da evrende düzen yaratmak. Yaptığını doğru görüyor. Önce John Carter’ı buna engel olan biri olarak görüyor. Matai’nin zihninde kendisini yanlış yapan biri olarak görmüyor.”

Gelecek hakkındaki muhafazakar görüş Strong’u meraklandırmış. Ona göre John Carter projesinin en ilgi çekici özelliklerinden biri olmuş. “Filmin ve Edgar Rice Burroughs’un gelecek görüşünün en güzel yanı uzay ve başka bir gezegen hakkındaki muhafazakar görüşleridir. Bir mizah kitabından uyarladığınızda aldığınız bakış açısı değildir. Bu türde adamların hala kılıçları, başlıkları var Ama neredeyse artistik görünüyorlar. Bence bu film beni bu nedenle çekti. Bilim kurguya bir muhafazakarın bakış açısına sahip.”

Strong, hikayenin bütün büyük hikayeleri destanlaştıran öğeleri kapsadığını düşünüyor. Şöyle anlatıyor; “Savaşan kabileler var. Bir aşk hikayesi var. Kahramanı yapması gerekenden alıkoymaya çalışan kötü bir etki var. Bu kimlikle, dünyada ve evrendeki yerinizle ilgili. Çok basit bir hikaye düzeyinde, bir adamın kimliğini, ne istediğini bulmaya çalışması ve onu korumak için her şeye rağmen savaşması hakkında.”

Strong şöyle söylüyor; “En ilginç düşüncelerden biri insanın kendini ve insanlığını öğrenmesi için Mars’a seyahat etme ihtiyacıdır. Bence John Carter’ın ruhsal dünyamızda ve sadece dünyada değil de evrende önemli olanları insan ırkından uzaklaşarak fark etmesi tesadüf değildir. “

Mark Strong, Andrew Stanton’la çalışırken yönetmenin enerjisinden ve projeye odaklanmasından etkilenmiş. “Andrew’la başında yaptığımız bir toplantıyı hatırlıyorum. Beni en çok etkileyen Andrew’nun hevesiydi. Bu çekimler boyunca hiç yok olmadı. Gerçekten olağanüstü. Bu boyutta bir filmi yönetmek inanılmaz yorucu ve güç bir iş.tir. Oyunculara aktardığı isteğinde ve inancında her zaman tutarlıydı. Bu da çalışmayı keyifli kıldı.”

Dominic West, amacı Helium’u yenmek ve halkını fethetmek olan Zodanganların lideri Sab Than’ı oynamak üzere anlaşmış. Kendisini “John Carter” projesine çekenler hakkında şöyle konuşuyor; “Andrew Stanton, bu filmde çalışmak istememin asıl nedenidir. Kesinlikle şu anda sektördeki en büyük film yapımcılarından biri. Onunla tanıştım, işine olan titiz yaklaşımı gördüm, hikaye konusunda ne kadar istekli ve farkında olduğunu anladım. Filmde bana rol verdiğinde mutlu oldum.”

West, büyük aksiyon sahnelerinde yer alan renkli bir karakteri canlandırdığı için heyecanlı. “Çok fazla aksiyon filmi yapmadım. Çalışmalarımın çoğu dil temelli. Çünkü fazla tiyatro çalışmama var. Bu yüzden kendimi neredeyse tümüyle bir aksiyon rolüne kaptırmak çok çekiciydi.”

West şöyle bitiriyor; “İki hafta kadar yoğun dövüş eğitimi aldım. Zodangan kılıç dövüşü tarzını öğrenmem gerekliydi. Koreografisini yapmamız gereken 3 dövüşüm vardı. Geri kalanı yoğun kablo işiydi. 10 yıl kadar önce sirkteydim. Bu nedenle bana oldukça kolay geldi ve tekrar dönmek çok güzeldi.”

“John Carter”ın yeteenkli kastını tamamlayan karakterler arasında Sarkoja rolünde Polly Walker, Helium Kralı Tardos Mors rolünde Ciaran Hinds; Helium Hava Donanmasının Albayı Kantos Kan rolünde James Purefoy ve egnç Edgar Rice Burroughs rolünde Daryl Sabara bulunmaktadır.

KARAKTER TANIMLAMALARI

DÜNYALILAR
Dünya gezegeninden 1800lerin sonundan- Barsoom (Mars) ışık yılından

JOHN CARTER
(Taylor Kitsch)

“Benim sizin savaşınızı yapmamdan iyi bir sonuç çıkmayacak.”

Virginia’da doğan John Carter, İç Savaş’ta Müttefik orduda bir subay olarak hizmet vermiştir. Onurlu ve cesur bir kahramandır ama iç savaşın tahribatları onu arızalı, moralsiz ve kişisel yenilgiye uğramış olarak bırakmıştır. Kazara Barsoom (Mars)a gönderilen Carter, gezegenin düşük yerçekimiyle büyük oranda artan gücünü ve sıçrama yeteneklerinin farkına varmaya başlar. Carter gönülsüzce yeni bulduğu dünyayı kurtarırken aynı zamanda insanlığını da yeniden keşfettiği bir yolculuğa başlar.

TAYLOR KITSCH – JOHN CARTER HAKKINDA
“Carter, iç savaşta her şeyini kaybetmiş. Münzevi yaşama dönüp altın arıyor. Korumak için savaşa girip de kaybettiği her şey için duyduğu suçluluğu- başa çıkamadığı her şeyi saklıyor. Sorumluluk almak ve kendisi için değerli olan her şeyi tekrar kaybetme korkusu var. Herhangi bir nedenle savaşmayı reddeder ve kendini herhangi biriyle yakınlaşmaktan uzak tutar.”

COLONEL POWELL
(Bryan Cranston)

“Yüzbaşı, bu kağıttaki adamla baktığım adamı uzlaştırmakta zorlanıyorum.”

Colonel Powell deneyimli, kitaba uyan, çakı gibi bir ABD süvari subayıdır. Powell’ın görevi John Carter’ı Arizona bölgesinde, kendi biriminden olan Apaçilerle savaşa kaydettirmektir. John Carter’ın orduyla ilgili- ya da herhangi bir nedenle, nasıl olursa olsun herhangi bir şeyi yapmayı gurursuzca reddetmesiyle engellenir.

EDGAR RICE BURROUGHS
(Daryl Sabara)

“Annem bana hep Jack savaştan hiç gerçekten dönmedi derdi.”

Edgar Rice Burroughs, John Carter’ın meraklı 18 yaşındaki yeğenidir. Edgar, John’a tapar ve çocukken Edgar’ın hayal etmesi bile güç olan seyahatlerinde yaşadığı çılgın hikayeleri dinlemeyi severmiş. Burroughs, dayısından acil bir telgraf alır ve hemen yanına gider. Ama çok geç olabileceğini anlar.

BARSOOM SAKİNLERİ

Mars ya da gezegenin yerlilerinin deyişiyle Barsoom, sofistike Heliumite’lar ve savaşçı Zodangan’lar gibi “Kızıl Irk”tan, kabilesel, ilkel “Yeşil Adamlar”a, Thark’lara ve gizemli, gelişmiş Thern’Lere kadar farklı ırkların gezegenidir.

HELIUMITE’ler:
İnsansı, kırmızı dövmeli Helium şehri sakinleri sofistike ve muhafazakar politikalarıyla tanımlanır. Uluslarını sembolize eden mavi bayrağı gururla dalgalandırırlar ve uzun süre önce yok olan okyanuslara özlem duyarlar.

DEJAH THORIS
(Lynn Collins)

“Diğerlerini koruma amacın varsa, bunu gerçekleştirmek için gereken herhangi bir hareketi yapmaz mıydın?”

Dejah Thoris, Helium’un güzel, kuzgun saçlı prensesidir. Heliumite’ların ve yaşam tarzlarının tutkulu bir savunucusudur. Dejah, Kraliyet Bilim Akademisi’nin yöneticisidir ve yönetmek ve savaşmak üzere eğitilmiştir. Ülkesi Helium ile düşmanları Zodanga arasındaki dengenin kalıcı bir şekilde değişebileceğini keşfetmek üzeredir. Ama vakit geçiyordur ve Dejah, John Carter’ı Helium’u kurtarmak için savaşa girmeye ikna etmek zorundadır.

LYNN COLLINS – DEJAH THORIS HAKKINDA

“Dejah Thoris, Helium’un prensesi. Ama aynı zamanda bilim ve mektupların kral naibidir. Andrew Stanton’la birlikte ona çok kadınsı ama çok erkeksi ve entellektüel bir biçimde şekil verdik. Filmin başında halkını kurtarmak için gerekenleri büyük bir bilim adamı grubuna hitap ediyor. Amaçları barış ve bili. İlginç olan zaman dilimi. Tarih olarak nerede olduğumuzu bilmenize gerek yok. Ama kadınların eşit görüldüğünü biliyordunuz. Erkekler ve kadınlar yan yana savaşıyor. Bunun bir parçası olmayı inanılmaz modern ve heyecanlı buldum. Böyle dengeli bir karakteri oynamak çok değerli.”

TARDOS MORS
(Ciaran Hinds)

“Helium kayıp. Halkım. Hepsini başarısızlığa uğrattım.”

Tardos Mors, Helium’un Jeddak’ı (Kral) ve Dejah Thoris’in kızıdır. Sert ve pragmatik bir hükümdardır. Kendisinin ve Dejah’ın kalbini kırmak anlamına gelse de sevgili Helium’unu kurtarmak için bir çözüm bulmak zorunda kalır.

KANTOS KAN
(James Purefoy)

“Merhaba, hanımlar.”

Kantos Kan, Helium hava ordusunun Odwar’ıdır (Yüzbaşı). Tardos Mors ile kızı Dejah Thoris’e şiddetli biçimde sadıktır. Zeki, yakışıklı ve cesur Kantos Helium için savaşmak ve kraliyet ailesini korumak için gücü dahilindeki her şeyi yapacaktır.

ZODANGAN’lar:
Zodanga’nın insansı, kırmızı dövmeli sakinleri; savaş sever, çıkarcı ve maceracıdır ve her zaman hareket halinde olan yırtıcı bir ırktır. Saldırgan ve yok edici doğalarını sembolize eden koyu kırmızı bir bayrakla temsil edilirler.

SAB THAN
(Dominic West)

“Helium’a ölüm!”

Sab Than, Zodanga’nın Jeddak’ıdır (Kral). Tepkisel, küstah ve saldırgandır. Zodangan hayat tarzı olarak savaşı ve fethetmeyi teşvik eder. Sab, tehlikeli bir büyüyle Helium’u yok etmek ve Barsoom’u yönetmek için şeytanla bile anlaşmaya kalkacaktır.

DOMINIC WEST – SAB THAN HAKKINDA

“Mars’ta ya da Barsoom’da Zodangan’ların lideri Sab Than’ı oynuyorum. Kötü karakterlerden biri ve kendisine Thern’ler tarafından verilen güçlerle Helium şehrini fethetmeye çalışıyor.”

THERN’ler:

Thern’ler Barsoom dininde Tanrıça Issus’un elçileridir. Aslında önemsiz bir ırktırlar ve güdüleri her zaman kendilerine hizmet eden Barsoom’ların en gelişmiş varlıklarıdır.

MATAI SHANG
(Mark Strong)

“Biz bir dünyanın yok oluşuna neden olmayız, Yüzbaşı Carter. Biz bunu başarırız. İstersen bundan yararlan.

Matai Shang, Thern’lerin Kutsal Hekkador’udur (Kral). Kendi planlarını gerçekleştirmek için gizemli Thernler ileri teknolojilerini kullanarak kendilerini Barsoom’lu Tanrıça Issus’un elçisi olarak sunarlar.

MARK STRONG – MATAI SHANG hakkında
“Thern’ler denilen ırkın lideri olan Matai Shang karakterini oynuyorum. Aslında Thernler, hayatta kalmaları için gereken düzeni yaratarak evrende dolaşan asalak bir ırktırlar. Thern kabilesi Mars’ta bir efsanevidir. Kimse gerçekten var olup olmadıklarından emin değildir. Çünkü kimse görmemiştir. Thernler gizli kalmak için kendilerini istedikleri herkese ya da her şeye dönüştürebilirler.”

THARKS:
Barsoom’un “Yeşil Adamları”. Uzun dişli, 3 metre boylarında, 4 kollu yaratıklardır. Kabilesel ve ilkeldirler. Tarihte bir zamanlar büyük bir ırklarmış. Ama artık göçebe ve dağınıklardır. Genelde doğal ayıklama inançları saldırgan ve savaşçı davranışlarını besler.

TARS TARKAS
(Willem Dafoe)

“Gökyüzüne sıçradığını görünce, bu dünyaya yeni bir şeyin gelebileceğine dair bir işaret olduğuna inanmak istedim.”

Tars Tarkas vahşi, yeşil bir Marslı savaşçıdır. Thark’ların Jeddak’ıdır (Kral). Kanında soyluluğun son izi akmaktadır. Thark kabilesini canavara dönüşmekten tek alıkoyan budur. İyi bir mizah ve sabır anlayışıyla kutsanan Tars, dünyalı John Carter’a yardım eder. Ona Thark ismi olan Dotar Sojat’ı verir. Kabaca anlamı “Sağ kollarım”dır.

WILLEM DAFOE – TARS TARKAS hakkında
“Tars Tarkas, Tharklar denilen savaşçı halkın lideri. Yeşil Marslılar ama Tarklar’ın çok insani duyguları var. Thark medeniyeti çöküşte. Bir zamanlar büyük bir ırklarmış. Ama hayatta kalmak için bir yerden bir yere dolaşan savaşçı bir toplum olmuşlardır. Tars’ın kim olduğunu anlatan üzüntü ve kayıp imparatorluk duygusu var. İlkel halkını yönetiyor ama sonunda daha iyi bir kültürden geldiklerini unutamıyor. Tars gizlice geçmişin ve daha insani bir varoluşun özlemini duyuyor.”

TAL HAJUS
(Thomas Haden Church)

“Meydan okuma hakkı istiyorum! Kim metalini benimkilere emanet edecek?”

Tal Hajus’un Thark’ların lideri olmaktan ve Tars Tarkas’ı tahttan indirmekten çok istediği hiçbir şey yoktu. Merhametsiz ve işbirlikçi bir Thark savaşçısıdır. Tek inancı hayatta kalma hakkına sadece güçlünün sahip olacağıdır.

THOMAS HADEN CHURCH – TAL HAJUS hakkında
“Tal Hajus karakterim Tars Tarkas’ı baba figürü olarak sahiplenecek kadar genç. Tars’ın John Carter’a olan ilgisini gördüğü anda bir anda içinde nahoş kıskançlık artar. Barsoom’un kaba peyzajında benim karakterim kadar vahşi biri bile lideriyle ve kabilenin diğer savaşçılarıyla bir tür bağ ya da karşılıklı takdir duygusunu yaşamak istiyor. Tal Hajus çok doğru sözlü bir paralı asker. Tars’ın John Carter’la ilişkisi gelişirken liderinin savaşçı halinden uzaklaştığını görü. Böylece bunu hararetle kucaklar ve sorunlar yaratır.”

SOLA
(Samantha Morton)

“Tanrıça beni değerli bulsun.”

Sola, şefkatli ve sevgi dolu bir Thark’tır. Bu da Thark toplumunda dışlanmasına neden olur. Genelde Thark yaşam tarzıyla çatışma yaşar. Çünkü kafasıyla değil kalbiyle düşünür.
Grubun en küçüğüdür ve kabile tarafından benimsendikten sonra John Carter’a bakma sorumluluğu verilir.

SAMANTHA MORTON – SOLA hakkında

“Bir Thark olan Sola’yı oynuyorum. En zayıf halka olmasa bile Tharkların en zayıflarından biri.Tutku, sevgi, gurur, saygı ve toplumlarında olan her şeden daha üstün bir savunmasızlığı var. Ancak özelliklerinden dolayı ırkı için bir utanç kaynağı. Sanki bir hastalığı varmış gibi.”

SARKOJA
(Polly Walker)

“Sola küçük, beyaz solucanı alabilir.”

Sarkoja, ideal bir Thark’tır. Hesapçı, soğuk ve zalimdir. Tal Hajus gibi o da sadece güçlünün hayatta kalması gerektiğine inanır ve uzun süre hayatta kalmıştır. Her fırsatta Sola’yı hedef alır. Çünkü Sola’nın zayıflık olarak algıladığı insanlığına hiç sabrı yoktur.

WOOLA

“Woola senin Barsoom’da her yerde bulacaktır.” –Sola’dan John Carter’a.

Woola bir Calot, büyük kertenkelemsi bir köpektir. John Carter’ı sahibi olarak kabul eder. Calot’lar 10 ayaklı son derece hızlıdır ve keskin dişleri vardır. Woola, kendisini kurtarmaya gelen ilk insan olduğu için Carter’ı şiddetle korur.

“JOHN CARTER: İKİ DÜNYA ARASINDA”nın YAPIMI

“John Carter”ın çekimleri 4 Ocak, 2010’da İngiltere’de başlamıştır. Prodüksiyonunun her hareketini merak eden çeşitli hayran sitesi ve halkın artan ilgisiyle birlikte filmin sahneleme çalışmasının büyük bölümü 4 aylık bir süre içinde Londra, Shepperton Stüdyolarında ve Chelburn, Longcross Stüdyolarında yapılmıştır.

“John Carter”da büyük oranda görsel efektler kullanılmış olsa da film yapımcıları aksiyonu çekmek için gerçek mekanlar ve manzaralar kullanmak istemiştir. Yapımcı Jim Morris şöyle anlatıyor; “Mümkün olduğunca gerçek mekanlarda çekim yapmaya ve dijital set yaratımını asgariye düşürmeye karar verdik. Böylece izleyici heer zaman gerçek mekanlarda yere batıklarını hissedecektir. Bunun filmin inanırlığını ve gerçekliğini artıran bir özgünlük katmanı ekleyeceğini umuyoruz.”

İngiltere’de “John Carter” yapımı Chertsey’de Longcross stüdyolarında yapılmıştır. Burası sanat bölümü, kostüm, özel efektler atölyeleri ve kurgunun gerçekleştiği yerdir. Yapım, Sab Than’ın güvertesi ve köprü aksiyonu sahneleri için Sahne 17’yi kullanmıştır. Sahne 14 ise Albay Powell’ın Arizoa’daki hapishanesi, Apaçi mağarası ve Carter’ın Tars Tarkas’ı bulduğu ve dehşetli Beyaz Maymunlarla savaşmak zorunda kaldığı zindan arenasının içi gibi daha küçük iç mekan kurguları için kullanılmıştır.

Longcross’daki açık alanda iki set vardı. Bunlar Dejah Thoris ile Sab Than’ın Işık Sarayı’ndaki tören için düğün alayını Helium’a yönlendirdiği Zodangan Sokakları seti ve Carter’ın melon şapkalı adamı atlatıp yeğenine telgraf gönderdiği New York şehri 19. yüzyıl Broadway setiydi.

Işık Sarayı’nın içi, Greenford, Batı Londra’da kullanılmayan bir ambarda inşa edilmiş. Muazzam yapının – set binalarının en büyüğü- inşaatı 4 ay sürmüş ve Dejah Thoris ile Sab Than’ın abartılı düğünü için gereken 40 figüranı barındırabilecek kadar sağlam olması gerekiyordu.

Yapım tasarımcı Nathan Crowley şöyle açıklıyor: “Işık Sarayı büyük bir cam yapı ve Dejah’ın Sab Than ile evlendiği filmin son sahnesinin dekorudur. Saray Helium’un büyük kulesinin merkezinde bulunan camdan bir mücevherdir. Şeklin konsepti kanatlarını kapatmış oturan bir kuştur. Çok kadınsı ve hassastır ama filmin gerçekleştiği en büyük savaşlardan birinin gerçekleştiği yerdir.”

Aynı zamanda Shepperton Stüdyolarında da stüdyo alanı kullanılmış. Zodangan Sarayı, Helium Bilim Salonu , Thern Tapınağı, Tars Tarkas’ın çadırının iç mekan setleri ile Tharklar kazanacak taraf üzerine bahis oynadığı Tars ile Varter’ın Heliumitleri ve Zodanganların savaşını izledikleri Antik Yıkılmış Şehir A, B, C, D ve H sahneleri kullanılmış.

Ayrıca yeryüzünün dış mekan sahnelerinin çekimleri için İngiltere’de mekanlar da kullanılmıştır;

The Bluebell Trenyolu, Sheffield Park İstasyonu, Thompson’ın onu Carter’ın malikanesine götürmek üzere Edgar Rice Burroughs ile buluştuğu Hudson Nehri Tren istasyonu yerine seçilmiş. Gönüllü Bluebell tren hattı İngiltere’nin en iyi korunmuş, standart yolcu hattıdır. Yıllar içinde Sussex’de turistlerin en çok ilgi ç eken mekanlarından biridir. Yine de buharlı lokomotifleri, sinyal sistemleri, istasyonları ve işletim uygulamalarıyla ülkenin yan hatlarından birini korumak olan asıl amacına sadık olmaya devam etmektedir.

Carter’ın malikanesinde geçen sahneler Surrey’deki 400 yıllık National Trust mülklerinden olan Ham House’da çekilmiştir. Thames nehri boyunda yer alan muhteşem ev ve bahçesi 17. yüzyıl mimarisinin sıra dışı bir şekilde eksiksiz ayakta kalmış halidir. Ham House, daha çok İngiltere iç savaşında ve ardından İngiltere’de monarşinin geri gelmesinde siyasetin içinde olan Dysart kontesi Elizabeth Murray’in görüşüymüş.

Film ekibi, filmin en duygusal sahnelerinden birini çekmek üzere yağmurlu bir günde Londra’nın 65 kilometre dışında, Thames’de bulunan Henley’e seyahat etmiş. John Carter Virginia’daki çiftlik evine döndüğünde evinin yanarak yerle bir olduğunu ve karısıyla çocuğunun öldüğünü öğrenir. Yine kış mevsiminin güneş ışığını kaybeden bütün öğeleri aynı anda yakalayabilmek üzere sahneyi bir günde çekmek amacıyla asıl ve yedek ekip birlikte çalışmıştır.

Nisan orasında İngiltere çekim ekibinin 70 çekirdek üyesi Utah, USA’deki Amerikalı ekibe katılmak üzere Atlantik’i aşmışlar.

Yapımcı Colin Wilson, film yapımcılarının mekan olarak Utah’ı nasıl seçtiğini anlatıyor; “doğal bir ortamı alıp dijital manipülasyon ile Mars’a benzetmeye çalıştığımız hayali bir dünyayı yaratıyoruz. Amerika’da bütün orta batıda büyük çaplı bir araştırma yaptık ve Utah’a karar verdik. Çünkü farklı peyzajlar, dokular ve kaya oluşumlarından oluşan çok geniş bir çeşitliliği vardır. Hepsi filmin mekan tasarımının temelini oluşturmuştur. Süreç, sonradan daha önce görülmemiş bir şey yaratabilmek amacıyla fiziki set mekanlarımızın ötesine taşıdığımız konsept illüstrasyonlarla başladı. Daha önce hiç gitmediğiniz bir yer ama bilinçsizce var olduğuna inanırsınız çünkü sentetik görünmez. Ortamın gerçek dayanıklı bir duygusu vardır.”

Yönetmen Stanton şöyle ekliyor, “Utah’ın özelliği 25 bin yıl önce dünyanın en büyük göllerinden birini barındırmasıdır. Göl, nehirler ve akıntılarla beslenmiyormuş. Yağmur sularıyla dolmuş. Bu nedenle de toprak çok tuzlu olmuş. Bir noktada tam bir ölü okyanus olmuş. Mars’ın büyük bölümü de öyledir. İki yerin topografyası çok benzerdir. Bu nedenle eyaletin bazı yerlerinde durup başka bir dünya olduğunuzu düşünmek kolaydır.”

Stanton şöyle devam ediyor “Çölün çok romantik ve gizemli bir yanı da var. Karşılaştığımız doğal dünyanın ve ortamın onları nasıl kullandığımızı anlatmasına olanak vermek istedim. Örneğin bina büyüklüğünde, hatta daha da büyük kaya oluşumlarını bulduk ve dijital olarak büktüğümüzde hemen yıkıntı oldular. Böylece izleyiciler ekrana bakarken büyük oranda gerçekleri görmeye devam edecekler. Ama değiştirdiğim yüzde 20 ile 30 aradından oran insan yapısı oldukları yanılsamasını verecek. Böylece “bu mekanı nereden bulmuşlar?” diye düşünmeye başlayacaklar. Bu kaya oluşumlarının doğal erozyonundan yararlanarak izleyicilerin tarihle dolu hikaye başladığında Mars’ta zamanın geçtiğine inanmasına yardımcı olacak.”

Çekimler, Carter’ın Albay Powell ile buluşmaya götürülmesinden önce market görevlisi Dix ‘in Carter’la alay ettiği Arizona’da marketteki dünya sahneleriyle başlamış. Bu sahneler Kanab yakınlarındaki Carmel dağında Esplin çiftliğinde çekilmiş. Kanab’ın film ekiplerine ev sahipliği yapmış ve “The Outlaw Josey Wales”, “Daniel Boone” ve “Planet of the Apes” gibi övünç kaynağı filmlerle dolu bir tarihi vardır.

Yapım tasarımcı, Carter, Dejah ve Sola’nın kutsal Iss nehrindeki seyahati için muhteşem Powell gölünü seçmiş. Powell gölü aslen eğlence amaçlı kullanılan insan yapımı bir nehirdir. Ayrıca akıntı aşağıdaki birkaç eyaletin ana su kaynağıdır. 300 kilometre uzunluğundaki nehrin kıyısı yaklaşık 3200 kilometredir. Amerika’nın tüm batı kıyısından daha uzundur.

Powell gölünden yarım saat uzaklıkta olan ve Grand Staircase Ulusal Anıtının sınırında olan Big Water, Antik enkaz şehir ve Thark karargahının mekanları olarak seçilmiş. 93 milyon yıl önce bu bölge okyanusun dibindeymiş. Tozlu, Masr benzeri yüzeye Tropik killi şist denir ve antik tebeşir çağın oluşmuş killi şist ve kireç taşı katmanlarını barındırmaktadır. Antik enkaz şehrin etrafındaki tepeler, Tars Tarkas’ın Carter’ı götürdüğü ve onu Thark grubuyla tanıştırdığı eski liman şehrinin uzanan ve parçalanmış etkisini vermek üzere post prodüksiyon tarafından değiştirilmiş.

Matai Shang, Abyssal siperinin üstünden iki seyahat arkadaşına ve kahramanımıza casusluk yapar. Sahneler Moab’ın hemen dışındaki görkemli Ölü At noktası ya da Utah’ın Büyük Kanyon’unda çekilmiş. Efsaneye göre 1800’lerde kovboylar Ölü At Noktası’nı yabani atları yakalamak için kullanırmış. Her tarafında sarp kayalıklar olan ve sadece 30 metre erişimi bulunan nokta kusursuz bir at kapanıymış. Kovboylar atları bu noktaya sürermiş ve doğal bir ağıl oluşturmak üzere dar çıkışa bir çit inşa etmişler. Efsaneye göre susuz noktada ağılda bırakılan bir grup at 600 metre aşağıdaki Colorado nehrine bakarak susuzluktan ölmüşler.

Ekip daha sonra Xavaria gemisinin Dejah’ı kurtarmak üzere inişi gibi Mars’taki ıssız bölgelerde geçen sahnelerin çekimi için yurtiçindeki Hanksville’e (Amerikan Uzay Bürosu, NASA’nın robot araçları test ettiği yer) gitmiştir.

Bir tepenin üzerinde inşa edilmiş bir kale gibi görünen görkemli bir bağımsız kayalık olan mekan özel olarak Butte fabrikası için seçilmiş.

Bu bölge Mancos denizi denilen bir başka antik deniz yatağıdır. Şu anki Utah, Colorado ve New Mexico’nun çoğunu kapsar. Bölge, çok az yeşilliği olmasına rağmen, nadir bulunan 3 kaktüs türünün evi olduğu için Arazi Yönetimi Bürosu tarafından korunmaktadır. Bu türler sadece Utah’ın orta ve doğusuna özgüdür ve nesli tükenmekte olarak sınıflandırılmıştır. Ekip toprak örtüsünü korumak ve mekanın çekimlerden zara görmemesini sağlamak için ekstra özen göstermiştir.

Yapımcı Colin Wilson “küçük” sözcüğü göz alabildiğine uzanan bir film setini tanımlayan en iyi sözcük olmasa da Utah mekanları hakkında şöyle söylüyor; ““Bizim küçük Mars parçamız diyorum.” Mars şehrinin yıkılmış kalıntıları, doğal zeminin (ve ön planda amaçlı inşa edilmiş set parçalarının) muazzam görkemini kullanarak post prodüksiyon sırasında dijital olarak yapılacaktır.

Wilson şöyle açıklıyor; “Felsefemiz dijital dünyamız için köşe taşları yaratacak olan gerçek setler ve set parçalarıyla pratik mekanları kullanmaktı. Burada binaların bir katı bitirildi. Ama filmde gökdelenler göreceksiniz.”

Oyuncunun açısından Taylor Kitsch, Utah’ta çekim yapmanın zorlukları ve keyiflerinin eşit olduğunu düşünüyor. “Orayı çok sevdim. Belki sadece Londra sahnelerinde uzun zaman geçirdikten sonra dışarıda olduğum içindi. Ama ilk kez destansı bir macera filmi yaptığımızı hissettim. Powell gölünde bazı sahneleri çektik ve setler olağanüstüydü. Gerçekten çok özel bir duyguydu. Bence izleyiciler bu filme bayılacak.”

Samantha Morton, Utah çölünde çalışmanın geçerli nedenlerini özetliyor; “Bulunduğumuz mekanlar inanılmaz zordu. İnsanların çekim yapamayız ya da yapmamalıyız dedikleri yerlerdi. Ama yanıt, Mars’ta olduğumuz izlenimini vermek istiyoruz oldu. Biraz eski moda olacak ama ben şahsen beğeniyorum. Bence Andrew (Stanton) bu ortamdalar bulunarak, 35mmlik çekimler yaparak, gerçek yerlerde, oyuncularla yaptığı seçimler harika. Anlatım biçiminde bir sadelik duygusu var ve bir izleyici olarak ben bayılıyorum.”

TEMELDEN KÜLTÜRLER YAPMAK

“John Carter”da Andrew Stanton için en büyük zorluklardan biri 3 metre boyundaki, yeşil, uzun dişli savaşçıların, Thoatlar denilen sekiz bacaklı ata benzer yaratıkların ve bir köpekle çok büyük bir kertenkelenin çiftleşmesinin sonuçlarını temsil eden Calotların da bulunduğu Mars gezegeninde gerçekçi bir toplum yaratmaktı. Stanton şöyle söylüyor; ” Kitap serisinde John Carter’dan başka en unutulmaz karakterlerden biri de Tharklar olarak bilinen yeşil insanlar kavminin lideri Tars Tarkas’tır.” Bu yaratıklar kitapta uzun dişli, 4 kollu, 3 metre ile 4,5 metre boyunda tarif edilir. Olağanüstüdür. Bundan dolayı filmde saldırdığımız ilk konulardan biri de onları Mars gezegenindeki doğal türler gibi nasıl çöle özgü ve inandırıcı hissettireceğimizdi.”

blank

“Bu yaratıkların fizyolojisini yeryzünde çölde yaşayan insanları kılavuz alarak tasarladık. Aborjinlere, Masai savaşçılarına, Bedevilere baktık. Tharkları sanki hayatlarını çölde yaşam savaşı vererek geçirmişler gibi çok ince ve sefil yaptık. Şimdi zor zamanlar geçiriyorlar ve bütün varlıkları tehlikede.”
—Andrew Stanton, Yönetmen

“Mars’ta çok sayıda çok kollu yaratıklar vardır. Calot adında 10 bacaklı bir evcil hayvan var. Sekiz bacaklı Thoatlar ve filmin büyük bir set parçası olan 4 kollu Beyaz maymunlar var. Bu nedenle Tharkların fizyolojisini doğru yapmamız diğer çok kollu karakterlerin fizyolojisini bulmamıza da yardımcı oldu. Umarım filmi izlerken bunu hiç düşünmeyeceksiniz. Dünyanın başka bir yerinde bulabileceğini herhangi bir yeni türü kabul eder gibi kabul edeceksiniz.”

Yapım tasarımcı Nathan Crowley için yapım tasarımının başlangıç noktası Mars’taki 3 farklı kültürü yaratmaktı. Şöyle söylüyor; “Barsoom’da başlıca 3 kültürle ilgileniyoruz. Zodanga, Helium ve Thark kültürü. Thark kültürü en eskisi ve batmak üzere. Zodanga ve Helium ölmekte olan bu gezegendeki hayata bağlanan 2 modern şehir olarak kalmış. 3 farklı kültür olunca 3 farklı türde mimari gerekiyordu.”

Crowley şöyle ekliyor; “Helium ve Zodanga kültürleri daha benzer. Çünkü aslında aynı türler. Kızıl ırk ve Tharklar ise çok farklı türler. Tharklar antik medeniyetten gelen 4 kollu, 8 ayaklı, uzun yaratıklar. Ama ilkel ve göçebe bir duruma dönmüşler.”

Yapımcılar ve Crowley antik şehirler için ilham almak üzere Mayalar, Mısırlılar, Yunanlılar gibi antik kültürlere bakmışlar. Yeni Thark mimari formunun temelini oluşturabilecek modeller bulmuşlar. Crowley şöyle söylüyor; “Antik modernizm denilen şeyi yarattım. Sonra da 2.5 metrelik yaratıklar için ölçeklendirdim. 60’ların modern mimarisinin ilerlemesine izin verilmiş olsaydı onu da dünyadan bir fikir olarak alır, aşırı boyutlu Mars versiyonlarına dönüştürürdüm. Sonra da enkaz şehirleri yaratmak için binaları yıkardım. Bu fikir gerçek mekanlarımızı bulurken gelişti. Çünkü mimariyi doğal peyzajın oluşturmasını istedim. “

Crowley şöyle devam ediyor; “Antik şehir için Utah peyzajını –tepeleri ve kaya yüzlerini – aldık. Doğal ortamı antik binaların yıkılan cephelerine benzemesi için görsel efektlerle çok az değiştirdik. Ayrıca binaları büyütmek için de görsel efektler kullandık. 10 metreye kadar inşa ettik. Kalanı bilgisayar yapıyor.”

Antik Yıkıntı şehir için kusursuz mekanı bulduklarında Crowley’nin ekibinin son derece zorlu koşullarda inşa etmesi gerekmiş. “Antik yıkıntı şehrin iskeleti Los Angeles’ta yapıldı ve Utah’a nakledildi. Şehrin çoğunluğu alçıdan ve detay çalışma. Yani gerçekten yerinde monte edilmesi gerekiyordu. Böyle 900 metre irtifada. Kışın çalışıyoruz. Bundan dolayı kar, yağmur, fırtına gibi birçok iklim sorunlarımız oldu. İskeleti yapmak oldukça zor oldu. Bölgeden ayrıldığımızda her şeyi yerine koymamız gerekti. Binaları yıktık ve peyzajı sanki hiç orada bulunmamışız gibi bir hale getirdik.”

Crowley ve ekip için Zodanga ve Helium’un yaratılması biraz daha karmaşık olmuş. Başlangıçta çok basit, hazır fikirleri almışlar: Zodanga saldırgan ve daha köşeliyken Helium daha yumuşaktı. Bu yüzden tasarımları daha yuvarlak hatlıydı. Zodanga bir maden kültürüdür. Gezegenin son kaynaklarını çıkarmaya çalışırlar. Yani aslında leşçil bir şehirdir ve çölün zemini boyunca ilerler. Bu arada madencilik yaparak peyzajı mahveder. Helium’un ise tam aksine çok daha doğa dostu tutumu va yaşam biçimi vardır.

Crowley, çeşitli kabilelerin mimarisine ek olarak, teknolojilerini de düşünmek zorundaydı. “Dönem filmi yapıyor olduğumuz fikrini temel aldık. Ama hiç görmediğimiz, Mars’daki bir dönemdi. Bir teknoloji bulmamız gerekiyordu ve her şeyin mekanik ama çok sınırlı olmasını istedim. Yüzyılın başındaki saat yapımının içlerine mekanik türlerine bakıyordum. O çalışmalar makinelere uygulandığında muhteşem bir zarafet fardı. Bu da uzay gemilerimizin tasarımları için başlangıç noktasını oluşturdu.”

Crowley, uzay gemilerinin çalışmalarını şöyle anlatıyor; “Suda duran ve yüzebilen, kanatlarından yere yansıyan ışıkları kullanan dev uzay gemilerimiz var. Çok fazla “bilim kurgusal” olmayan bir güç kaynağı ve dönem gerçekliğine dayanan bulmamız gerekiyordu. Böylece güneşten enerji alan dev uzay gemisi /katamaran/ uçan gemilerini tasarladık. O birimi tamamladıktan sonra tüm filme uygulamaya başlayabilirdik.”

Yapımcı Jim Morris şöyle ekliyor; “Film 1875 civarında iç savaştan hemen sonrasında geçtiği için Mars’taki teknoloji de burada dünyadakiyle neredeyse aynıydı. Marstaki kabileler birbirleriyle kılıçlarla ve tek atımlk tüfeklerle savaşıyordu. Ama çözdükleri tek benzersiz ilerleme ulaşımdı. Yelkenli gemiler ve buharlı motorlar kullanmak yerine ışık huzmelerini kullanmanın bir yolunu bulmuşlar. Işıkla hareket eden ve yüzen yelkenli gemiler yapmışlar. Bu filme sanki alternatif bir tarih görüyormuşsunuz gibi eski moda bir duygu veriyor. Sanki bu film insanların daha önce varlığını bilmedikleri bir yer ve zaman hakkındaymış gibi.”
Crowler ve film yapımcıları Mars’taki teknolojinin göreceli olarak geri teknoloji olduğunu çözdükten sonra uygun Marslı silahlarını tasarlamaya başlamışlar. Barsoomluların silahları vardı ama Tipik bir bilim kurgu filminden beklenilenin aksine lazer ve ışın silahları yerine çakmaklı tüfek, tek atımlık tüfekler ve tabancalardı. Yüz yüze savaş için kılıçları vardı.

Mark Andrews 2. ekip yönetmeni ve bir kılıç ustası olarak John Carter’ın silahlarının tasarlanmasında yoğun şekilde yer almış. Şöyle söylüyor; “Başından beri silahların Mars için geliştirmek istediğim savaş formlarına uygun olmasını istedim. Son 15-20 yılda kılıç dövüşü konusunda Ortaçağ’dan kalma metinlerle ilgili birçok araştırma yapıldı. Araştırmacılar bu kitaplardaki çizimlere dayanarak Orta çağdaki dövüş tarzının ve hareketlerinin nasıl olduğunu çözüyor. Filmlerde orta çağa ait gerçek ya da özgün bir kılıç dövüşü görmedik. Çünkü kimse bu bilgiye sahip değildi. Bunu heyecanlı buldum ve ilk biz yapmaya karar verdik!”

Andrews, Marslı dövüş tarzları için araştırmaları temel alarak yaratmak istediği 2 elli hareketlere –orta çağdaki kılıç boyu teknolojisi- dayanan dövüş sahnelerini oluşturmaya başlamış.

Andrews, sorumlu silahçı Simon Atherton’la bir araya geldiğinde bıçakların şekillerini sunmuş. Helium’un bıçakları daha geniş, ince bir eğime sahipken, Zodanganların bıçak şekilleri hem kesip hem de saplayabilmeleri için ters bir eğimle daha düzdü.

Andrews şöyle anlatıyor; “Helium tarzı dövüş bıçaklarından da görüldüğü gibi daha akıcı. Tek bir hareket ve 8 biçimli tarzda dövüşüyorlar. Buna karşılık Zodangan kılıç hareketi yukarı, aşağı, sola, sağa doğru ve hep düz çizgiler halinde. Bu dövüş sahnelerini çekerken 2 Kızıl ırk kavminde çok büyük bir görsel farklılık yarattı. “

Karakterlere hayat verme süreci, yönetmene, oyunculara ve onlara kişisel ve kabilesel özelliklerini sağlayan görsel efektler ustalarının, kostümcülerin ve makyaj sihirbazlarının yeteneklerine kalmış.

Kızıl ırkın görünümünü yaratırken Heluimitelar da Zoddanganlar da kırmızı dövmelerle süslenmiş. Zodanga Jeddak (kral)’ı olarak Dominic West’i canlandırdığı Sab Than Mars’ta bir “Kızıl Adam”dır. West, yaratıcı ekibin fikre nasıl yaklaştığından söz ediyor; “Dövmeler Kızıl Adam için bir süsleme şekli. Ama aynı zamanda kendisi hakkında bazı detayları da sergiliyor. Örneğin belli sembollerin rütbemi göstermesi gibi dövme desenim de savaşçı olduğumu, Jeddak (Kral) olduğumu gösterir. Dövmelerime ek olarak Jeddak olduğumu işaret eden bir beyaz maymun tüyü de takıyorum.”

Beyaz Perdede Dominic West gibi insan formunda görünen Taylor Kitsch ve Lynn Collins için de karakterlerini yaratmak çok açık ama fiziksel yükü olan bir süreç olmuş. Kahraman karakteri, Dünyanın yerçekimi sınırlamalarından kurtulan John Carter rolündeki Kitsch şöyle diyor: “bu oynadığım en fiziksel rol. Atlamalar, tehlikeli roller, kılıç eğitimi… Neredeyse Mars’taki her sahnede kablolara bağlıyım.”

Ama Thark karakterlerini yaratmak için gereken süreç çok daha karmaşıktı. Tharkların olabildiğince gerçek olması için kameralar sürekli yüzlerini çekerken ayaklıklar üstünde yürüyen, siyah noktalarla kaplı gri tulumlar giyen ve kasklar takan oyuncular – Willem Dafoe, Thomas Haden Church, Samantha Morton ve Polly Walker— tarafından canlandırılmışlar. Yüz yakalama ve 3D izleme ile tanık kameraları kullanılmış. Daha sonra post prodüksiyonda dijital olarak değiştirilmiş ve 3 metrelik, yeşil, uzun dişli yaratılara dönüştürülmüş. Aynı süreç “Avatar”da ve “Rise of the Planet of the Apes”de de kullanılmış. İzleyicilere özel efektler izlediğini unutturan kesintisiz bir görsel evren sunuyor.

Hareket yakalama performansı ile çalışmak yönetmen Andrew Stanton için yeniymiş. Ama Thark ırkına hayat vermek için tümüyle kucaklamış. Süreci anlatırken şöyle söylüyor; “Sinemada bugüne kadar en çok etkilendiğiniz performansları sağlayan aslında iyi oyuncuyla iyi animasyon uzmanının eşleştirilmesidir. Bu bilgisayar animasyonlu filmlerden çok farklı değil. Bir oyuncunun sesinden çok iyi bir performans alıyorsunuz. Sonra animasyon uzmanına dijital ortamda çok iyi bir performans yapması için ilham veriyor.”

“Ideal olarak günün sonunda Willem Dafoe ya da Samantha Morton olduğunu ya da animasyon yaratığı olduğunu düşünmüyorsunuz. Sadece karakteri kabulleniyorsunuz. Bu da olabilecek en iyi işi çıkardığınıza işaret eder. ”—Andrew Stanton, yönetmen

Willem Dafoe, yönetmenin çekim sırasındaki rollerde gerçek oyuncularla çalışmak istemesinin kendisi için önemini anlatıyor; “Andrew, Thark karakter sahnelerinin insan karakterleriyle birlikte çekilmesinde çok ısrarcıydı. Sahnelerin çekimlerle onları icra eden oyuncular tarafından fark edileceğini düşündü. Böylece teknik olarak gelişebilir ve daha sonra efektlerle oynayabilirlerdi. Ben sahnelerimi oynadım. Sadece yeşil ekran aşamasında parçalanmış hareket yakalama tekniği değildi. Mekanda ayaklıklarla yürüyorum. Bu da Taylor’la oynadığım sahneler için doğru Thark boyutunu sağladı.”

Dafoe şöyle devam ediyor; “İnsan karakter oyuncularının diğer oyunculara tepki vermesi büyük fark yaratır. Sahnelerin gerçekliğine bir temel ve bütünlük sağlar. Daha önce bu derece yapıldığına emin değilim. Bu filmde neredeyse tümüyle insan figürlerinin hareket yakalama figürleriyle etkileşiminden oluşuyor.”

Kitsch ayrıca Thark karakterlerinin tümüyle bilgisayar tarafından yaratılması yerine oyuncular tarafından canlandırılmasına minnettar. “Yine Stanton çok zeki davrandı. Willem Dafoe (Tharkların lideri Tars Tarkas’ı canlandırıyor) ile bir sahnem var. Çok yoğun. Tars’a bakmam gerek ve bunu çekmenin sadece bir yolu var. O önümde ayaklıkların üzerindeyken onunla, yüzüyle ve karakteriyle bağ kurabildim. Enerjiye çok faydası oluyor. O sahnede olan filmde çok önemli bir an. Bunu kesinlikle hissedeceksiniz ve bu karakterlerle empati kuracaksınız. Hiç şüphe yok.”

Çok fazla bilgisayar tarafından üretilen öğeyle çalışmak oyuncular için zor olabilirdi. Ama Stanton’ın yaklaşımı gerçek olmasına yardımcı olması için canlı aksiyon öğelerini de katmaktı. Taylor Kitsch şöyle açıklıyor; “Hepsini yeşil ekranın karşısında 8 ayda kolaylıkla yapabilirdik. Ama Andrew sahnelerimi benim için olabildiğince gerçek yapmak için müthiş bir çaba sarf etti. Örneğin Thoatlar için bir yalpanın üstünde eyeri olan, 4 tekerlekli dev bir donanım yaptılar. Böylece hareketli bir Thoata binmiş gibi hissediyordunuz. Dizginleriniz var ve onu sürüyorsunuz. Bunların hepsi oyuncunun gerçek hissetmesini sağlamak için yapılmıştı. İlk günden itibaren öyle oldu; teknik detaylardan önce performans.”

Thark Tal Hajus rolündeki Thomas Haden Church için Thark karakterini canlandırmanın doğasında fiziksel zorluklar olduğunu söylüyor. “Andrew Stanton’la ilk görüşmemde bana bütün Thark karakterlerinin ayaklıklar üstünde bir çok şey yapacaklarını söyledi. Bu fikre bayıldım. Kendime bir çift ayaklık aldım ve daha çok Tharkların kılıç dövüşü, ayaklıkla yürüme için prova kampı gibi olan ve neler yapabileceğimizi görmek amaçlı Londra’daki ilk eğitim kampımıza gelmeden önce bir ay kadar onların üstünde çalışmaya başladım. Teksas’a döndüğümde bana filmde kullanacağım gerçek ayaklıkları gönderdiler. Karaktere bürünmek için kesinlikle önemliydi.”

Şöyle devam ediyor; “Kolay değildi. Çok farklı bir denge ve ağırlıkların yer değişimini gerektiriyor. Ama ben bunu tercih ettim. Bana göre bu özgün bir karakter. Herkesten daha büyüğüm ve korkutucuyum.”

Ama Haden Church, bir Thark karakterini canlandırırken başka sorunlar olduğuna hemen işaret ediyor. “Her şey daha büyük. Ellerim daha büyük olacak. Kolumu uzaklığı daha büyük ve adımlarımın daha büyük olması gerek. Ayrıca filmde kullandığım kılıç da normal bir insan kılıcından biraz daha uzun. Bu yüzden bütün bu oranların farkında olmak zorundaydık.”

Yapımcı Colin Wilson, Thark kastının karakterlere kolaylıkla uyum sağlamasıyla gurur duyuyor. Kast hakkında “Gerçekten hemen uyum sağladılar. Bütün Thark karakterlerimize onlara neler yaşatacağımızı söyledik. Andrew’yle o toplantılardan çıktılar ve “Nereyi imzalıyorum?” dediler. Çünkü bence o karakterlerin yazılma biçimi çok önemli. Onlar için benzersiz bir şey. Daha önce hiç anlatılmamış bir hikayeyi anlatmak ve daha önce kimsenin görmediği bir dünyayı yaratmak eşsiz bir fırsat.”

Görsel efektler süpervizörü Peter Chiang şöyle ekliyor; Bütün oyuncular çekimin teknolojik açısını çok iyi anladı. Teknoloji oyuncuların yoluna çıkarsa engeldir. Ama onu gerçekten kucakladılar ve neden gerekli olduğunu anladılar. Teknolojinin olabildiğince fark edilmemesine çalıştık. Andrew (Stanton) yüzlerindeki siyah noktalara neden iki stereoskopik kamera tutması gerektiği ya da neden ayaklık kullanmaları gerektiği gibi konuları açıklamak konusunda harikaydı. Biz çekim yaparken oyuncuların gerçekten rol yapabilmesini ve ellerinden gelenin en iyisini yapmalarını istedik.”

THARK DİLİNİ YARATMAK

Tharkları oynayan oyuncuların da Edgar Rice Burroughs’In yazdıklarına dayanarak Güney California Üniversitesi’nde Marshall Ticaret Okulu’nda Klinik Yönetim İletişimi Profesör Emeritus olan Dr. Paul Frommer tarafından geliştirilen Thark dilini ve aksanını öğrenmeleri gerekmiş. Dilbilimi doktorası yapan Dr. Frommer aynı zamanda Avatar’ın dilini de geliştirmiştir.

Dr. Frommer’ın “John Carter”daki Thark dilini geliştirirken temel ilkesi şuydu; iyi bir gerekçesi olmadığı sürece, hayranlarına saygı göstermek ve dile bir tutarlılık ve bütünlük vermeye yardımcı olmak için Thark dilini mümkün olduğunca Edgar Rice Burroughs’un eserleriyle tutarlı yapacaktı.

Frommer, John Flint Roy’un “Barsoom Rehberi”ni gözden geçirmiş ve orada bulduğu bütün Barsoom sözcüklerini bir veri tabanına girmiş. Burroughs’un yarattığı 420 sözcük daha çok karakter ve yer isimleriydi. Ama aynı zamanda birkaç ölçü terimi, rakamlar, bitki isimleri falan da vardı. Frommer’ın amacı Edgar Rice Burroughs’un kullandığı ve dilin ses sisteminin temelini oluşturacak olan tüm sesleri ve ses kombinasyonlarını keşfetmekti.

Frommer’ın ilk işi ses sistemini yaratmak olmuş. “Dilde hangi seslerin olacağına, hangi seslerin olmayacağına ve ne tür ses kombinasyonlarının olacağına karar vermeliydim. Düşüncelerimi Andrew Stanton’la paylaştım. Sonra Andrew ile Colin Wilson’a (yapımcı) dilin olası sesleri hakkındaki belli fikirleri içeren, Burroughs’un oluşturduğu yazımla tutarlı bazı ses örnekleri gönderdim.”

Neredeyse hiçbir dilbilgisi ve bundan dolayı hiçbir kural olmadığı için Frommer’ın dilbilgisine kendisinin karar vermesi gerekiyordu. Basit olmasına – karmaşık fiil çekimleri olmayan, isimlerin sonunda ek almadığı- dilbilgisi ilişkilerinin İngilizce’de olduğu gibi sözcük dizilimine göre belirlenmesine ve sözcüklerin çoğunlukla değiştirilmeden temel hallerinde olmasına karar vermiş. Sadelik fikri “A Princess of Mars”da 7. bölümün sonundaki bir replikten gelmiş. John Carter şöyle söylüyor; “Mars dili… son derece basitti. Bir haftada bütün isteklerimi söyleyebilir ve neredeyse bana söylenen her şeyi anlayabilirim.”

Dr. Frommer’ın çözmesi gereken önemli gramer öğesine bir örnek de kitaplarda tek basit emir dışında örnek olarak kullanılacak tam cümleler olmadığı cümlelerdeki sözcük dizilimi olmuş. Şöyle anlatıyor; “Cümlenin 3 temel öğesi özne, nesne ve yüklemdir. Bunların olası 6 permütasyonu vardır. Bunların bazıları insan dillerinde son derece yaygındır. Bazıları da değildir. Ben yüklemle başlayan cümleye karar verdim: yüklem, özne, nesne. Yani temelde “I see the house. (Evi görürüm.)” gibi İngilizce bir cümle Barsoom dilince “See I the house. (Görürüm ben evi) olur.”

Aktörlerin dili öğrenmesine yardıme tmek için diyalog koçu Roisin Carty “Joh Carter”ın yapımın a getirilmiş. Frommer ona yardımcı olmak için diyaloğu İngilizce de yazmış, dili inşa etmiş, fonetik rehber sağlamış ve oyuncuların telaffuzuna yardım etmek için ses dosyalarını kaydetmiş.

Daha önce “Lord of the Rings” filmlerinde Elf dilini geliştirmek için çalışan Carty, yaratılan iki dil arasındaki belirgin farklardan söz ediyor; “Tolkien, Elf lehçesini Galceye dayandırmış. Çok şiirsel ve hafif bir özelliğe sahiptir. Thark dili vurgulu ünsüzlerle oldukça güçlü ve kabadır.”

Oyuncuların dili öğrenmeye yaklaşımını anlatırken şöyle söylüyor; “Oyuncular filmin çekimlerine başlamadan önce Thark kampında grup olarak çalıştılar ve bir çemberde repliklerini çalıştılar. Birbirlerini taklit edebilir ve etkilediler ve fikirlerini paylaştılar.”

Carty ayrıca Thark dil yeteneklerini geliştirmek için oyuncularla da tek tek çalışmış. Carty şöyle söylüyor; “Thark dilini en çok Tars Tarkas’ı oynayan Willem Dafoe konuşuyor. Hepsini çok iyi öğrendi.” Sahnelerin üzerinden birbirmizle Thark dilini konuşarak geçtik. Gerçekten bu dille iletişim kurmaya başladık. İnanılmazdı. Samantha Morton ve Poly Walker da dile hayat verdi. Bu iyi bir oyuncunun işaretidir!”

Frommer, filmde oluşturulan dilin kalıcı olacağını ve izleyici için filme farklı bir boyut kattığını düşünüyor. “Bir gerçeklik duygusu, gerçeklikte ekstra bir boyut katıyor. Dinleyici birinin cümlenin anlamını ve her kelimesini anlayacağından değil ama bir tutarlığı var ve bence neredeyse bilinçsizce oluyor. Anlamsız olsaydı izleyicilere bir şekilde gerçekten tutarlı ve yapılmış bir dil kadar gerçek gelmeyecekti.”

Frommer şöyle devam ediyor; “Ne olursa olsun, “Star Trek”deki Klingon’dan beri bilim kurgu projesinde herhangi bir dil varsa gerçek bir dil olması beklenmektedir. Bu nedenle Klingon’dan sonra Tolkien’in yazdığı ve çok iyi inşa edilmiş “Lord of the Rings” dilleri vardı. Sonra Avatar’da Na’vi dili vardı. Şimdi yakın dönemde ise “Game of Thrones”daki Dothraki dili vardır. Genelde bilim kurgu için önemli bir role sahip olacak her türlü dil bundan böyle iyi inşa edilecektir.”

KOSTÜM TASARIMI

“John Carter”ın kostümlerini tasarlarken kostüm tasarımcı Mayes C. Rubeo en büyük ilham kaynağı yönetmen Andrew Tanton olmuş. Şöyle anlatıyor; ” Andrew’nun vizyonu Barsoom’dandır! Sanki Barsoom’a gidip dönmüş gibi. Beynindeki bütün detayları almaya çalışmalıyız. İnanılmaz bir işbirliği yaptı. Çünkü vizyonu çok geniş ve yaptığım her şeyin önemini anlıyor. Süreci çok seviyor. Böyle biriyle çalışmak her zaman çok güzeldir. Ama özellikle bu filmde öyleydi. Çünkü antik Marslıların bütün yarışını yaratmamız gerekiyordu. Kendi kültürü, kabileleri ve tarihi olan inandırıcı bir dünya dışı bir medeniyet yaratmam gerekiyordu.”

Fantezi janrındaki bir filmde çalışmak Rubeo’ya büyük bir yaratıcı özgürlük vermiş. “Antik bir görünüm resmetmek istedim. Ama bir bilim kurgu filmde bu 100 yıl önce Burrough tarafından yaratılan bir vizyon. Hayal gücü ve renklerle olağanüstü olması gerekiyor. Barsoomluların aksesuarları, saç modelleri ya da kostümün herhangi bir öğesi filmde çok önemli bir etkisi var. Çünkü bu iki şehirdeki insanları ayırt etmeye yardım ediyor. Çok fazla araştırma yaptım ve sonunda kabileler için hem etkili hem de dramatik olan tatminkar bir görüntü bulduk.”

Filmin sonraki sahnesi için çok sayıda kostüm tasarlamak zorunda kalan Rubeo şöyle anlatıyor; “Düğün sahnesi için 400 davetliyi giydirmemiz gerekiyordu. Her davetlinin orijinal ve benzersiz bir kostümü, orijinal aksesuarı ya da tacı, orijinal tuniği ve orijinal dövmesi vardı. Bu günümüz toplumunda da böyle. Barsoom toplumları için de öyle olmasını istedim.”

“Ayrıca bütün bu kıyafetler ve aksesuarlar Longcross Stidyo’daki depolarda ekibim tarafından tek tek elde yapıldı. Hindistan, İtalya, Fransa ve Londra gibi dünyanın her yerinden kumaşlar kullanıldı. Kumaşları desensiz getirdik. Sonra malzemeyi eskitmeden önce kendi desenlerimizi yaptık.”

“Kısa yolu seçip bu kumaşları toptan ürettirebilir ve renkle farklı göstermeye çalışabilirdik. Bazı filmlerde bu yapılır. Ancak bu filmde her şeyi uygun olarak yapma fırsatım ve yaratıcı desteğim vardı. Bu kostüm tasarımcısının hayalidir!”
Rubeo, Barsoom’lu düğün davetlilerin kıyafetlerinin genel görünümü hakkında şöyle söylüyor; “Filmde Barsoom ölmekte olan bir gezegen. Ama bir zamanlar zengin ve abartılıymış. Düğün kıyafetleri için çok az kişinin yepyeni ve zengin kıyafetler giyeceğini düşündük. Kıyafetlerin belki daha çok önceki nesillere ait olacağına karar verdik. Gardıroptan eski kıyafetleri çıkaracaklarını, tozlarını alacaklarını ve kraliyet düğününe gitmek üzere bir şeyler hazırlayacaklarını düşündük. Bunu bu kostümlerle resmetmeyi umuyorum.”

Savaşçı Kizıl Irk’a, Zodanganlara ve Heliumitelara odaklanan Rubeo’nun her bir kavmi açıkça tanımlayacak görünümü bulması gerekiyordu. Şöyle anlatıyor; “Bu iki kavmin özelliklerine bakıp Helium ve Zodanga için iyi bir çözüm bulmalıydık. Bunlar aynı gezegendeki iki farklı şehir. Bu nedenle farklı estetiğe sahip olmaları gerekir. Zidanga’yı daha leşçil, daha agresif görünümlü hedeflerken Helium’u biraz daha sofistike, daha felsefik ve ruhani hedeflemem gerekiyordu.”

Filmin en etkileyici kostümünü şüpheli bir şekilde Sab Than’ın düğün günü Dejah Thoris tarafından giyilmiş. Rubeo müsrif gelinliği için ilhamı hakkında şöyle söylüyor; “Dejah Thoris, Helium’dan bir Mares prensesi. Kendini babası ve Sab Than arasındaki siyasi bir düzenlemenin nesnesi olarak bulur ve onunla evlenmeye zorlanır. Bu yüzden gelinliği kimilerine göre çok güzel olsa bile onun zevki deil. Çünkü bu gelinlik Zodanga tarafından tasarlanmış. Bundan dolayı çok abartılı. Parıltılı taşları var. Ağır mücevherli ve ağır taçlı bir altın duygusu var. Kendi tercihi olan bir gelinlik olsaydı bu kadar gösterişli olmazdı. Çok daha sade ve ruhani olurdu. Ama artık Zodanga’ya ait. Bu nedenle müstakbel kocasının kararlarını giymesi gerek.”

“JOHN CARTER” DENEYİMİ

“John Carter” izleyicilere biraz mizah ve duygusallıkla birlikte nefes kesen bir yolculuk vaat eden karakter merkezli destansı, aksiyon maceradır.

Taylor Kitsch şöyle söylüyor; “Bu destansı bir macera. Bizi 1800’lerdeki ıslak New York sokaklarından Virginia’ya, Arizona’ya, Mars’a götürür ve sonra tekrar dünyaya getirir. Yaptığımız görkemli bir iş, işleyişi ve dokunması çok güzel. Beyaz perdede olağanüstü olacak.”

İzleyicilerin filmden alacakları konusunda Kitsch, hikayenin kıvrımı ve çıktıkları yolculuk olduğunu düşünüyor. “Bence sizi doğruca Mars’a götüreceğiz ve ben mağaradayken, Dejah savaşırken, etrafımız Tharklarla çevriliyken ve Thark arenasında olduğumuzda bunları hissedeceğinizi umuyorum. Umarım siz de bizimle oralarda olacaksınız.” Diyor.

Willem Dafoe, “John Carter”ın sinema izleyicisine sunacakları konusunda özet olarak şöyle söylüyor; “Büyük bir macera. Egzotik. Orijinal kaynak malzeme 1912’de yazılmış olduğu için klasik. Saf hayal gücü ve fanteziye dayanıyor. Ama aynı zamanda bize günümüzde de hitap edeceğine inanıyorum.”

Yapımcı Colins şöyle ekliyor; “Çok güzel kaynak malzemeler aldık ve görsel olarak benzersiz bir deneyim olacağını umduğumuz bir şey yaratıyoruz. Yeni karakterleriyle insanların daha önce gördüklerine benzemeyen yeni bir dünya yaratma fırsatımız var. Hikaye tümüyle çok çekici ve herkes için eğlenceli bir yolculuk olacağını umuyorum.”

Yönetmen Andrew Stanton, hem daha önce anlatılmamış hem de sinema dünyasında görülmemiş bir iş çıkacağı için heyecanlı. Bu aynı zamanda kendisini daha çocukken büyülemiş bir heyecan. “Amacım ona inanmak. Gerçekten var olduğuna inanmak. Herhangi bir iyi fantezi kitabından aldığınız duygu. Nasıl olurdu…?”

blank

Öteki Sinema

Öteki Sinema editörleri Prometheus'un David'i gibi... Siz uyurken bile, hoşunuza gidecek yazıları buluyor, itinayla hazırlıyor ve yayına sunuyor. Öteki Sinema çalışıyor!

1 Comment

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

BLADE RUNNER 2049: Bıçak Sırtı Yapım Notları

6 Ekim 2017'de gösterime girecek BLADE RUNNER 2049: Bıçak Sırtı
blank

Annabelle: Kötülüğün Doğuşu Yapım Notları

18 Ağustos’ta gösterime girecek Annabelle: Creation / Annabelle: Kötülüğün Doğuşu