Yıllarca "Televizyon sinemayı öldürecek" dendi. Oysa geriye dönüp baktığımızda görüyoruz ki, o beğenmediğimiz televizyon meğer sinemanın en büyük besleyicisi, en çalışkan altyapı tesisiymiş.
Sinemasal Biçimin “Sınırlılıkları”: İster gerçekçi ister biçimci geleneğin izinden gitsin, bir sanat formu olarak sinema, kendi olanakları ile gerçeğin yeniden inşasına odaklanır.
kadın yönetmen sayısında ve sektörde çalışan kadın sayısındaki artış, kadın bakış açısı ile çekilen filmlerin artmasına neden olurken kadınlara ifade ve temsil etme olanağı da sağlar.
Çok az zamanda çok fazla iş yapmak zorunda kalan özel efekt sektörü mutsuz, yapımcılar filmlerin gişesi iyi geldiği sürece özel efektlerin iyiliğini kötülüğünü umursamıyor. Belki de bu yüzden bir daha asla 70’lerdeki ya da 80’lerdeki gibi ağzımızı açık bırakan filmler izleyemeyeceğiz. Sinemanın
Politik doğruculuk kokan Polis Akademisi, tuhaf ve hatalı “siyahi” temsilleri kullanıyor ama tüm bu zaaflara rağmen buz gibi ırkçılık karşıtı bir film.
“Yaşadığımızı kanıtlamanın tek yolu ölmek… Belki de ölüm, bizim gibi göçmen işçiler için yaşadığımızı belgelemenin tek yolu.” (Çinli bir işçinin blogundan)
Uluslararası film festivalleri sinema aracılığı ile farklı kültürlerin buluşma noktası olurken, ülke sinemalarından oluşan birer parlamento işlevi de görürler.