VITTORIO STORARO HAKKINDA NOTLAR

Sinemanın gizli kahramanları vardır. Bütün spotlar oyuncuları, yapımcıları ve yönetmenleri aydınlatırken, kuytu bir köşede, sıranın kendilerine gelmesini bekleyen hakiki sinema emekçileridir bunlar. İsimleri şıp diye aklınıza gelmez. İsmini söyleseler bu sefer de filmleri aklınıza gelmez. Öteden beri; sinemayı sinema yapan bu gizli kahramanların içinde en çok senaristlerin ve görüntü yönetmenlerinin hakkının yenildiğini düşünürüm. Şimdi size Vittorio Storaro adında bir görüntü yönetmeninden bahsedeceğim. Çoğunuzun bilmediği bir isim, değil mi?

Vittorio Storaro 02

Aslında Vittorio Storaro’yu tanıyorsunuz, hatta çoğunuz çok iyi biliyor. Çünkü Storaro’nun o kadar çok filmini izlediniz ki. Belki de bazı çekimlerinin hayranısınız bile. Hatta bazı filmleri sizin en-iyi-filmler listenizde bile var. Gelmiş geçmiş en önemli filmlerden bazılarını bu adam görüntüledi. Bazı yönetmenler, tüm zamanların en iyi yönetmenlerinden biri olarak kabul edilmelerini bir ölçüde bu muhteşem görüntü yönetmeniyle yaptıkları sayısız işbirliğine borçlu. Kimler mi? Bernardo Bertolucci, Carlos Saura ve Warren Beatty. Hatta Francis Ford Coppola. Hangi filmler mi?

Vittorio Storaro; Carlos Saura ile “Flamenco” (1995), “Taxi” (1996), “Tango” (1998), “Goya en Burdeos” (1999), “Io, Don Giovanni” (2009) ve “Flamenco, Flamenco”da (2010) çalıştı. Warren Beatty ile “Reds” (1981), “Dick Tracy” (1990) ve “Bulworth”te (1998). Francis Ford Coppola’nın “Apolcalypse Now” (Kıyamet, 1979), “One From the Heart” (1981) ve “Tucker: The Man and His Dream” (1988) filmlerinin görüntü yönetmeni yine odur. Evet koskoca “Apolcalypse Now”!

Storaro’nun Bertolucci ile uzun yıllara yayılan beraberliği ise gelmiş geçmiş en önemli, en verimli yönetmen-görüntü yönetmenliği işbirliklerinden biridir. Sıkı durun! “Il conformista” (Konformist, 1970) “Spider’s Strategem” (Strategia del ragno, 1970), “The Last Tango in Paris” (Paris’te Son Tango, 1972), “1900” (1976), “La luna” (1979), “The Last Emperor” (Son İmparator, 1987), “The Sheltering Sky” (Çölde Çay, 1990) ve “Little Buddha” (1993).

Vittorio Storaro 01

Bu ortak çalışmaları sonucu ortaya çıkan sinematografik şaheseler için sayısız ödül adaylığı ve ödülü vardır büyük ustanın. Hepsini saymaya gerek yok, “Apocalypse Now” (1979), “Reds” (1981) ve “The Last Emperor” (1987) ile En İyi Görüntü Yönetmeni Oscar’ı aldığını söylemekle yetinelim. “The Sheltering Sky”ın görüntü çalışmasını ise kelimelerle ifade etmek bile zordur, ödül alsa ne olur, almasa ne olur?

1940 doğumlu Vittorio Storaro halen hayatta ve daha da ilginci, birbirinden güzel projelerde çalışmaya devam ediyor. Geçtiğimiz aylarda Mecid Mecidi’nin Hz. Muhammed hakkındaki sansasyonel filmi “Muhammad: The Messenger of God”ı (2015) tamamladı, ardından hemen Woody Allen’ın yeni filminde çalışmaya başladı. Evet, Woody Allen’ın! Bir sonraki projesinin Carlos Saura’nın “33 días”ı olacağı ilan edildi. Yani bizim hık deyince aklımıza gelen biri değil ama bilenler biliyor demek ki bu “ışığın büyük ustası”nın kıymetini. Şimdi Storaro’nun bizi ilgilendiren çalışmasına gelelim.

Vittorio Storaro, giallo filmlerinin dünya çapında bir patlama yapmasına önayak olan Dario Argento şaheseri “The Bird with the Crystal Plumage”ın (Kristal Kanatlı Kuş, 1970) görüntü yönetmeniydi. Bundan başka iki önemli giallo’da daha görev aldı. Bu filmlerin ikisi de; tuhaftır, tüm kariyeri boyunca sadece birkaç film çekmiş, Luigi Bazzoni adlı ilginç bir yönetmene aitti. Bazzoni, aynı zamanda Storaro’nun kuzeniydi. Bu, az üreten ama seçkin işler çıkaran İtalyan yönetmen Bazzoni’ye ileride detaylı bir şekilde tekrar döneceğim çünkü fena halde hayranıyım. Neyse; Storaro-Bazzoni ikilisi beraber “The Fifth Cord” (Giornata nera per l’ariete, 1971) ve “Le Orme” (1975) adlı nev-i şahsına münhasır, iki giallo çektiler (ikisinin arasında bir de spaghetti western işbirlikleri var ki, tadından yenmez). “Le Orme”nin (1975) giallo olup olmadığı biraz tartışmalıdır. Ne olursa olsun yine de eşi benzeri olmayan bir film olarak gördüğüm “Le Orme” için ayrıca bir yazı kaleme alacağım, ama bugünkü konumuz “The Fifth Cord” (1971).

THE FIFTH CORD (Giornata nera per l’ariete, 1971)

The Fifth Cord poster“The Fifth Cord” (1971); bize kötü bir senaryodan nasıl iyi bir film çıkabileceğinin kanlı canlı örneğini sunar. Filmin hikayesi son derece karmaşık ve dağınıktır, olay örgüsü kimi zaman takibi mümkün olmayan noktalara varır. Franco Nero’nun canlandırdığı, asabi, alkolik gazeteci Andrea haricindeki karakterleri olgunlaşmaya fırsat bulamaz. Siyah kıyafetli, sarı eldivenli ve maskeli seri katilin motivasyonu inandırıcılık sorunu taşır. Cinayetler, önde gelen giallolardakinlere kıyasla son derece zayıftır. İlk 25 dakika cinayet yoktur. Zaten topu topu 4 cinayet işlenir. Biri hiç gösterilmez. Biri de basit bir kalp kriziyle geçiştirilir, zavallı maktul saldırının yarattığı panikten ölür. Sophia Bini ve Julia cinayetleri ise filmi giallo statüsüne taşır. Peki türlü mantık hatalarıyla dolu, pek de tatmin edici bir hikayeye sahip olmayan bu filmi giallo türü içinde çok özel bir konuma getiren şey nedir? Nedir bu filmi benzersiz kılan özelliği?

Bu filmi benzersiz kılan özelliği Storaro-Bazzoni ikilisinin dönemine göre sınırları zorlayan görsel çalışmasıdır. Bence ikisi, artık hikaye için ne düşündülerse bilmiyorum ama, gel beraber unutulmaz bir çalışma yapalım ve bu filmi başlı başına bir görüntü deneyine, bir tablolar seçkisine çevirelim demişler. İyi ki de demişler çünkü karşımızda renk paletiyle Borowczyk’e hatta Greenaway’e parmak ısırtacak, çekim açılarıyla sinemada mekan sosyolojisini ve mimariyi en iyi kullanan yönetmenlerden biri olan Antonioni’yi bile kıskandıracak, her biri birer yağlıboya tabloyu andıran, bir geometrik düzenlemeler şaheseri var.

“The Fifth Cord” (1971); her bir sahnesi özel olarak tasarlanmış mimarî bir eseri andırır. Storaro-Bazzoni çekimlerde sayısız trük’e başvurur, tuhaf çekim açıları tercih eder ve yaratıcı uygulamalar ortaya koyar. Örneğin; açılış sahnesinde (bir kayıt cihazındaki) banttan katilin cinayet işleyeceğini duyarız, üst-ses devam ederken, kayıt cihazı görüntüsünden sosyetenin katıldığı bir Yeni Yıl partisine geçeriz. Ses bir sonraki sahneye gelir ve sonra görevi müziğe devreder, görüntü sürekli biçim değiştirir, kamera adeta süzülerek hareket eder. Kameranın katilin gözünden (first-person view) çarpıtılmış şekilde baktığını, hem katili hem de film boyunca katil olduğu düşünülen şüphelileri, hem de müstakbel maktülleri işaret ettiğini, bize tanıttığını çok sonra anlarız.

The Fifth Cord 003

Ennio Morricone’nin bu filmdeki müzikleri üzerine de özellikle bir not düşmek istiyorum. Benim teorime göre, film tamamlanıp bittiğinde Morricone’ye gidildi (bu bilgiyi herhangi bir kaynakta teyit edemedim). O da böylesi muazzam görüntü çalışmasını görünce müzikleri bilerek geri plana itti. Belki de bizzat Bazzoni, Morricone’nin bütün boşluklara nüfuz etmesini engelledi, emin değilim. Film müzikleri söz konusu olduğunda, ölümün notalarını kimse Morricone’den daha ustaca basamaz. Ama “The Fifth Cord”ta sakat kadının öldürüldüğü sahne gibi sahneler, müziksiz çok daha çarpıcı ve dehşet verici bir hale gelmiş. O cinayet sahnesi ve hemen öncesi; doğal seslerle, müzik içermediği halde daha irkiltici, daha korkutucu olmuş. Belki de tüm bir Morricone filmografisinin en geri plandaki işlerinden biri bu ama ben ustanın sessizliğin hüküm sürmesini uygun bulduğu kanaatini taşıyorum. İnanın bana sahneler, hiçbir müzik olmadan da zaten bağırıyor, haykırıyor. Bu film adeta görüntülerin şarkı söylediği bir film, kurgusal bir kanon, görsel bir bale.

Storaro-Bazzoni genelde hikayeyi arka plana iterek “The Fifth Cord”ta bütünüyle bir geometri sineması, bir tür yansımalar sineması inşa eder. Gösterişli iç-mekan çekimleri (oteldeki ayrılık sahnesi, tünel sahnesi, Andrea’nın evindeki ilk sahne vb.) tamamıyla bir tasarım ürünüdür. Walter’ın yarış pisti, Helene’nin görkemli evi ve bir kar yağışını andıran polen yağmuru sahneleri gibi sahnelerde rengarenk bir renk paletinden nasibini almış olağanüstü çekimler vardır. Doğal (gibi gözüken) mekanlar bile (Julia’nın kaldığı harabe, viyadükler, parklar vb.) dikkat çekici bir şekilde, özene bezene hazırlanmıştır. Birbirini keskin açılarla kesen (yatay ve dikey) doğrular, helezonik ve dairesel yapılar bıkmadan usanmadan sık sık karşımıza çıkar.

Storaro-Bazzoni ikilisi filmin biçimsel yapısını etkileyen üç tarzı tüm filme yayarlar. Çizgiler (genellikle yatay), merdivenler ve yansımalar (reflections). Andrea Bild araştırmaları için oradan oraya gezer ve bu arada tüm cinayetler yavaş yavaş üzerine yıkılırken, demir parmaklıkları andıran çizgilerle kuşatılmış gibidir. Nereye giderse gitsin, bu “çizgiler” onun peşini bırakmaz hatta giderek artar, artar, artar… Bild’in giderek kapana kısıldığını, tuzağa düştüğünü hissedersiniz. Storaro-Bazzoni ikilisi iç mekanlarda bu çizgi fetişinin önünü açmak için küçük bir hileye başvurur: Jaluzi’ler! Andrea’nın çalıştığı gazetede özellikle patronunun ve yayın müdürünün odasında, Andrea’nın evinde, Helene’in evinde, müfettişin odasında çizgilerin yarattığı bu etkiyi sık sık jaluziler yardımıyla sağlarlar. Bu jaluzili mekanların çoğunda birden fazla sahne çekilir. Plastik, pimapen ve çelik perdeler adeta her yerdedir. Andrea’nın yatağındaki battaniye bile çizgilidir. Dış mekan çekimlerinde ise; binalardan, pencerelerden faydalanılır. Havalimanında hatta emniyet müdürlüğünün otoparkında bile bu etkiyi yaratacak küçük ama sayısız hileye başvurulur.

The Fifth Cord 004

Storaro-Bazzoni ikilisinin bir diğer biçimsel ısrarı ise sürekli bir iniş-çıkış hissi yaratan merdiven kullanımıdır. Merdivenler; Isabel’in kaldığı apartman, hastane girişi, Julia’nın yaşadığı harabe ev, Helene’nin evi, Sophia Bini’nin evi gibi sayısız mekanda kullanılır. Hatta bir maktülün cesedi evindeki tahta merdivene fırlatılır. Ceset, apartmanın beton merdivenlerinden sağlık görevlileri tarafından sedyeyle çıkartılırken, cinayet soruşturmasını yürüten dedektif basın tarafından yine o merdivenlerde sıkıştırılır, sonra evdeki merdiven tekrar ekrana gelir, olay yeri inceleme ekipleri araştırmalarına devam ediyordur. Dr. Richard Bidi hastanenin otoparkına merdivenlerinden iner. Andrea Bild ile Dr. Bini’yi büyük bir parkın merdivenlerinden inerken görürüz, Richard’tan para alan delikanlı yani Lu’nun erkek kardeşi Walter, arabasına devasa merdivenlerden inerek gider, peşinde Andrea vardır (bu devasa merdivenlerin yer aldığı sahne benim filmdeki favori sahnelerimden biridir). Doktor Bini’nin, Vermont’a ulaşmak için onu telefonla, hastanesindeki odasında aradığında kadraja yeniden bir merdiven girer. “The Fifth Cord”ta her çeşidinden merdivenler, rampalar, varyantlar maceranın gel-git’lerini metaforize ederken, yer yer hipnotize edici görüntüler sunmaktan da geri kalmaz.

“The Fifth Cord”ta sıklıkla karşılaştığımız bir başka sinemasal trük de “yansımalar”dır. Helene’nin evinde, cinayet masası dedektifi ile Andrea arabada konuşurlarken ya da emniyet müdürlüğünde yürürlerken veya hastanedeki sahnelerde hep “yansımalar”larla karşılaşırız. Andrea’nın adli tıptan çıkınca yaptığı telefon konuşması sırasında, Richard Bini’yi takip ettikten sonraki sahnede, gazetede haberi araştırma görevinden alındığı için kızıp kendini alkole verdiği bir mekanda içerken aynalardan ve camlardan yansımalar bize hep göz kırpar. Sorgudan sonra Helene ve Andrea arabada her iki tarafı da ağaçlı bir yolda giderlerken ön camdan yansıyan ağaç ve gökyüzü görüntüleri gözalıcıdır. Lu, Andrea’yı kurtaran görgü şahitliği ifadesini verdikten sonraki sahnede, kızın güneş gözlüğünden Andrea’nın yansıması da bunlara eklenebilir. “The Fifth Cord”; en incesinden gerçeklerle/kendinle “yüzleşmeyi” metaforize eden, sayısız örnekle zenginleştirilmiş bir tür yansımalar sinemasıdır.

The Fifth Cord 002

Set işçiliği, sanat yönetimi, kurgu, ses miksajı ve sinematografi “The Fifth Cord”u türdeşlerine kıyasla çok daha farklı bir noktaya oturtur. Teknik anlamda karşımızda gelmiş geçmiş en dikkat çekici giallolardan biri olduğu açıktır. Set tasarımları fütürizme göz kırpar. Cinayetlerin her biri farklı bir renk paletinde (mobilya rengi, mavi, sarı-beyaz ve yeşil) vuku bulur. Storaro, filmin ikinci yarısından itibaren mavi renkte karar kılar ve tüm sahneleri adeta boyar. Andrea’yı kapana kıstıran düşünsel hapishane gece/alacakaranlık mavisine boyanmıştır artık, fabrikadaki finale kadar gider bu. Nesne seçimi (gökyüzü, masa, sandalye hatta atkı vb.) mavi ışık seçimini hemen her sahnede destekler. Jaluzilerden mavi ışık sızmaya başlar. Mavi ve siyah, genç aşıklar gibi her daim sarmaş dolaştır artık. Helene’in evinde başlayan final sahnesi bunun en iyi örneğini verir. Son cinayet sahnesi için “siyah” renk seçilmiş gibidir. Storaro; küçük Tony’nin müzikli oyuncağının yanına gitmek için odaya girdiği gibi ya da saldırıya uğradığı gibi sahnelerde adeta karanlığın şiirini yazar.

El kamerası kullanımı, katilin ya da saldırıya uğrayacak kişinin gözünden yapılan çekimler, klasik omuz çekimleri, tuhaf açılardan çekimlerle dolu dinamik bir filmdir karşımızdaki. Mercek kullanımında sesin sahibinin fiziksel ve ruhsal durumunu dikkate alınır. David McGillivray’in deyimiyle “senaryonun tüm açıkları (Bazzoni’nin yönetimiyle) halının altına süratle süpürülür”. Yönetmen Luigi Bazzoni ve görüntü yönetmeni Vittorio Storaro; “The Fifth Cord” (Giornata nera per l’ariete, 1971) ile “biçim”in öze karşı kazandığı zaferi ilan eder., Işığın ve gölgenin tarihindeki unutulmaz zaferlerden biridir “The Fifth Cord”. Tıpkı formunda bir “Fellini” gibi, sessize bile alıp seyredebilirsiniz. İyi seyirler…

The Fifth Cord VHS kapak 1

The Fifth Cord VHS kapak 2

KAYNAKLAR

KOVEN, Mikel J. “La Dolce Morte: Vernacular Cinema and the Italian Giallo Film”, 2006. Scarecrow Press, ABD.

http://horror-movie-a-day.blogspot.com.tr/2011/12/fifth-cord.html

http://isaacspictureconclusions.com/2012/05/18/the-fifth-cord-1971-four-top-hats/

http://mondo-digital.com/fifthcord.html

http://obscurecinema101.squarespace.com/blog/2013/2/3/franco-february-the-fifth-cord-1971-review.html

http://www.oh-the-horror.com/page.php?id=1116

http://misterneil.blogspot.com.tr/2011/04/giallo-sunday-fifth-cord-guest-review.html

http://sonofcelluloid.blogspot.com.tr/2010/06/fifth-cord-1971.html

http://twitchfilm.com/2006/05/review-of-the-fifth-cord-by-luigi-bazzoni-1971.html

blank

Ertan Tunc

Sevdiği filmleri defalarca izlemekten, sinemayla ilgili bir şeyler okumaktan asla bıkmaz. Sürekli film izler, sürekli sinema kitabı okur. Ve sinema hakkında sürekli yazar. En sevdiği yönetmen Sergio Leone’dir. En sevdiği oyuncular ise Kemal Sunal ve Şener Şen.

“Türk Sinemasının Ekonomik Yapısı 1896-2005” adlı ilk kitabı; 2012 yılında Doruk Yayımcılık tarafından yayınlanmıştır. Kara filmler, gangster filmleri, İtalyan usulü westernler, giallolar ile suç sineması konularında kitap çalışmaları yürütmektedir. İletişim: ertantunc@gmail.com

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Livide (2011)

Suspiria’nın yoğun etkisinde kalmış, canlı bir kâbus olarak nitelenebilecek Livide,
blank

Los Sin Nombre / The Nameless / İsimsizler (1999)

Los Sin Nombre / The Nameless, okült ve mistisizmle örülü