Çırpındıkça, havuzun klorlu ve acı suyu ağzına daha fazla doluyor adamın. Suyun üzerinde kalma çabası, önce ailesini tatmin edebilme dürtüsünün maskesinin ardına sığınıyor. Sonrasında ise sevdiği kadını mutlu edebilme çabasına dönüşüyor…Otoritelerin sayısal kısıtlamaları karşısında boğulmamak için çırpınıyor…Yaşayabilmek için…Başkalarının kendisi için çizdiği yolda, tökezlemeden yürüyebilmek için…Bu adam, hayat adındaki yarışın denek hayvanlarından biri…

blankÇoğu zaman bu dayatmalardan kurtulmanın kesin kaçışı “ölüm” gibi gözükmektedir. Fakat bazen bu kıstırılmışlığa ölüm bile çare olamayabilir. Öyle ki, Dongjak Köprüsünden kendinizi Han Nehrine (The Host için katkısını da yadsıyamayız) bırakarak, gidiş yolu kesin olmayan bir intihar girişiminin kuyruğuna takılırsanız, şehrin tam orta yerinde “ıssız bir adaya” düşebilirsiniz. Her ne kadar kafanızda türettiğiniz ihtimaller böyle bir olasılığı imkansız kılsa da…

Bu bağlamda ana karakterimizi Robinson Crouse ya da Cast Away’deki Chuck Noland ile aynı kategoriye koymamız pek doğru olmaz. Nitekim kendisi bir kaza sonucu sistemin tacına sürüklenip oyun dışı kalmıyor. Bu ıssız adaya düşmeden önce korumaya çalıştığı bir mevkisi, düzgün giden bir ilişkisi ya da muhafaza etmesi gereken bir saygınlığı yok! İsimsiz kahramanımız, henüz adaya düşmeden önce, sistem tarafından kırmızı kart gösterilerek oyun dışı bırakılmış durumda. Dolayısı ile, Han Nehri’nde adeta çikletten çıkan bu sahipsiz adaya düşmesi ile birlikte, kendi oyununu kendi kuralları ile oynamaya başlıyor. Unuttuğu en ilkel kuralların üzerinden kalın kalın geçiyor. Plastik ve çelik himayesi altındaki metropollerin, insanlara unutturduğu bazı şeyleri yeniden öğreniyor. Açlığını gidermek için, en önemli hayatta kalma klişelerinden biri olan balık tutmayı, sonra da kuş yakalamayı öğreniyor. Bu deneyiminin akabinde “Kuş balıktan daha lezzetliymiş. Demek ki hayvanlar evrildikçe lezzetleri artıyor.” tespiti de, bu sorgunun bir getirisi aslında!

X ıssız adaya düşer fakat onu tamamlayacak olan ikinci bir bilinmeyen ile, denklem emsallerinden ayrılacak ve biraz daha komplike bir hale gelecektir. X, tüketim anlayışının ve çelik yığınlarının ezdiği bir kaybedendir. Y ise tamamen otomatik ve izole bir hayata sahip, hayatındaki insan eksikliğinin boşluklarını tüketim materyalleri ve formaliteler ile doldurmuş bir başka kaybedendir. Dış görünüşüne olan güvensizliği, onu sanal bukalemunlardan biri haline getirmiştir. Hayatındaki bütün formaliteler, kronolojik bir armoni ile, tıkış tıkış yer edinmiştir. Fakat bir gün multi tele objektifi ile ay fotoğraflarını çekmek yerine, rotasını dünyaya, Han Nehri’ndeki o ıssız adaya çevirir. İşte böylelikle X ve Y aynı denklemin iki bilinmeyeni oluverirler.

blank

X, adaya adapte olur, tüketim toplumunun ve korkutucu devasa yapıların hemen yanı başında Dongjak Köprüsünün altında, kendi sistemini kursa da bazı şeylerin özlemini çekmektedir. Bu noktada Y devreye girer ve aralarında bir çeşit dolaylı mektup arkadaşlığı başlar.

Teknik olarak hem X hem de Y asla sularında yüzmeyecekleri bir sınava tabi olurlar. Öyle ki X, kendisine sunulan plastik hayattan vaz geçer ve ölümün dışında alternatif bir kaçış yolu bularak, hayata sıkı sıkı sarılır. Y ise, kimliğinden utanmaktan vaz geçer. Önce insan içine çıkma korkusunu, sonrasında ise yabancı korkusunu benliğinden söküp atar. Böylelikle her iki bilinmeyen de, karmaşık bir tüketim toplumu ve kapitalizm denklemini, sağlıklı bir sonuca kavuşturur.

Hae-jun Lee’nin kısa ama öz filmografisinin doruk noktalarından biri hiç kuşkusuz Castaway On The Moon… BenX ve Castaway kabilindeki pek çok hikayenin evliliği ile ortaya çıkan filmin en büyük artılarından biri de lezzetli görüntü yönetimi. Tabi hikayenin yarısına kadar sırtlayıp götüren Min-heui Hong’un muhteşem performansını ve sonrasında So-yeon Jang ile ölçülü paslaşmalarını da kesinlikle es geçmemek gerekiyor.

Castaway On The Moon, oldukça ince ve sağlam bir işlenişe sahip. Ülke sinemasını yakından takip edenler tarafından uzun süre önce baş tacı edilmiş olsa da, bulunduğu adadan, kendisini izleme deneyimine erişmemiş olanlara el sallamaya devam ediyor. İyi Seyirler…

blank

Fatih Yürür

İlk sinema deneyimi, bir Stephen King uyarlaması olan “Geri Döndüler” olmuştur. Yazmaya başladığı dönem ise aslen lise yıllarıdır. Saçma sapan korku hikayeleri kaleme almaktadır ve asıl amacı bir gün bunları görselleştirebilmektir. Çeşitli platformlarda oyun incelemeleri ve film eleştirileri yazar. Yaratmış olduğu RüyadaM adında bir animasyon ve çizgi hikaye karakteri bulunmaktadır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Fist of the Vampire (2007)

Yönetmen Len Kabasinski’nin 2007 yılında çektiği Fist of the Vampire,
blank

Kuntilanak Üçlemesi

Endonezya'dan tam bir gişe canavarı korku üçlemesi: Kuntilanak...