Sessiz sinema filmlerini sever misiniz? Sessiz sinemanın siyah-beyaz kurmaca klasiklerine bir şans verin derim ben. Başlamak için de Tod Browning’in The Unknown u (Bilinmeyen, 1927) iyi bir seçim.
Chuck Norris, Van Damme ve Bruce Lee ile Devrime Giden Yol. 1980’li yıllarda Romanya, bir anda kaçak olarak ülkeye sokulan Batılı filmlerin VHS kasetlerinin akınına uğrar.
Eyes Without a Face (1960) bugün hem Fransız sinemasının hem de genel olarak korku ve dehşet sineması tarihinin en önemli filmlerinden biri olarak kabul ediliyor.
Black Sunday (1960) bugün tüm otoriteler tarafından bir fantastik sinema şaheseri, bir korku klasiği olarak kabul görüyor. Bunun en önemli nedeni, her daim ilk günkü tazeliğini koruyan benzersiz atmosferi...
“Mahpushane”ler, siyasi veya adi suçlularıyla toplumun bilinçaltıdır. Orası halının altına süpürüp bir daha görmek istemediğimiz şeylerle doludur. Suç üzerine derinlemesine bir analiz yapma yeteneğinden yoksun oluşumuz, daha da kötüsü, suçun sebeplerini anlamayı onu onaylar duruma düşmemek için reddettiğimiz, bilinen gerçekler. Hele cezalandırmayı
Kaynağı belirsiz zenginliğin kabullenilmesi ve emek sömürüsünün gizlenmesini sağlayan, zihinleri geriletici ve asıl amacı gerçeği gizlemek olan kültür endüstrisi ürünü bir filmdir Hayat Mı Bu.
Klasik okumalara ilaveten “Blind Beast”i (Môjû, 1969), Ödipal Kompleks (anne-oğul) ya da Stockholm Sendromu (tecavüzcü ve tecavüze uğrayan mağdur ilişkisi) üzerinden okumak mümkün.
“The Tenant”ın en iyi sahnesi, Trelkovsky’nin ilk kez ortak tuvaleti kullanmaya gittiği o tüyler ürpertici bölüm. O sahneden itibaren ipler tümden kopuyor ve kuşku yerini dur durak bilmeyen bir dehşete bırakıyor.
“Daughters of Darkness” (1971) en sevdiğim vampir filmlerinden biri. Bu sürprizlerle dolu kült filmi sekans sekans inceleyen ayrı bir inceleme yazma sözü vererek şimdilik bu kadar diyorum.
Saykodelik fantezi şaheseri “Performance” (1970) dönemine göre hayli sarsıcı, karanlık, bazı sahneleriyle seyircisinin adeta aklını alan, deneysel bir başyapıt.
Çekildiği tarihe göre aşırı şiddet içeren Violent Saturday, bir nevi Peckinpah’ın estetize şiddet sinemasının öncülü sayılabilecek bir konuma yerleşiyor.
The Devil Rides Out, şeytanî tarikatlar, okültizm, kara büyü ve Şeytanın hizmetkârlarına dair birinci sınıf bir korku ve dehşet sineması klasiği. Kült bir başyapıt!
1965 yılında ikincisi düzenlenen Altın Portakal Film Festivalinde en iyi film ödülünü alan Turgut Demirağ’ın Aşk ve Kin isimli filminin gerek o dönemde gerekse günümüzde ödülü asla hak etmediği konusunda bir fikir birliği oluşmuş durumdadır.
Yılmaz Atadeniz’in çektiği Kara Cellat, hikâyesi, aksiyonu, kovalamaca ve kavga sahneleriyle, dar bütçesine rağmen 70’lerde çekilmiş en iyi avantür filmlerden biri...
Jigoku (The Sinners of Hell, 1960) sinema tarihinde çığır açan, birinci sınıf bir meydan okuma. Evet, hikayesi biraz karmaşık ve özellikle son yarım saatinin hazmı güç, her mideye her bünyeye uygun değil.
Sınırlı bütçe ve az sayıda oyuncuyla çekilen The House On Pine Street, türün hastası olanların atlamaması gereken bir film. İnanın pişman olmayacaksınız.