blank1988 yılı mahsulü The Lair of the White Worm, deli dâhi Ken Russell tarafından yönetilmiş olan İngiltere/ABD ortak yapımı bir film. Bram Stoker‘ın 1911 yılında yayımlanan aynı isimli romanından aşırı serbest bir uyarlama olan filmin senaryosu yine Ken Russell’a ait. Başrollerde Amanda Donohoe, Catherine Oxenberg, Sammi Davis, Peter Capaldi ve Hugh Grant (evet yanlış okumadınız, bildiğiniz, tanıdığınız Hugh Grant) var.

Anne ve babası bir yıl kadar önce geride hiçbir iz bırakmadan kaybolan Eve ve Mary Trent kardeşlerin yanında pansiyoner olarak kalmakta olan İskoçyalı arkeoloji öğrencisi Angus Flint, evin arka bahçesinde kazı yapmaktadır. Kazıda antik Roma tapınağı kalıntılarının arasında ilginç bir kafatası bulur. Aynı gece Lord D’ampton’ın verdiği partiye katılırlar. Burada Flint, Beyaz Yılan Efsanesi (Legend of the White Worm) hakkında bilgilenir. Aslında efsane tamamen gerçek olaylara dayanmaktadır. Beyaz Yılan’ın yılmaz takipçisi, Trentlerin komşusu Lady Sylvia Marsh, geleneği sürdürmekte, Dionan’a (beyaz yılana) kurbanlar adamaya devam etmektedir. Flint’in bulduğu kafatasını çalan Lady Sylvia, yüzyıllardır sürdürdüğü ayinlerine devam etme niyetindedir. Ama bu sefer karşısında kendisini ve tanrısı Dionan’ı yok etmeye and içmiş kahramanlarımız Eve, Angus, Mary ve Lord D’ampton vardır.

Ken Russell yönetimindeki hemen her film için söyleyebileceğimiz gibi bu film de oldukça garip. Gerek isminden, gerek konusundan, gerekse fotoğraflarından bir korku filmi imiş gibi bir izlenim bırakıyor olabilir. Peki korkutuyor mu? Kesinlikle hayır. Aslında rahatlıkla Russel tarzı bir komedi ile karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Belli bir noktada bu film ile Society‘yi (1989) birbirine çok yakın buluyorum. Yuzna, filmini üzerine kurduğu şok edici orji sahnelerini son bölüme saklarken, Russell kendinden beklenen garip planları bütüne yaymış. Bunun dışında her ikisinin de kendine özgü grotesk bir havası olduğunu söyleyebilirim. Ama tabii ki Sezar’ın hakkı Sezar’a, Russell bu işi Yuzna’dan çok daha iyi biliyor.

blank

Russell burda da cinsel ve dinsel öğelere saldırmaya devam ediyor. Lady Sylvia ile genç izci çocuğun cinsel yönden kışkırtıcı sahneleri, Lord D’ampton’ın uçakta geçen seksi rüya sekansı, Romalı askerler tarafından tecavüze uğrayan rahibelerin gösterildiği provokatif sahneler gibi üzerinde uzun uzadıya tartışılabilecek birçok sahne mevcut. Anlattıklarını bir kenara bıraksak bile bu sahneler görsel açıdan muhteşem seyirlik malzemeler sunuyor.

En komik yanlarından biri de olur olmaz hemen her sahnede karşımıza çıkan fallik objeler. Film boyunca havalarda uçuştukları yetmiyormuş gibi, sondaki ayin sahnesinde Lady Sylvia Marsh’ın belindeki takma penis ile doruk noktasına ulaşıyor.

Lady Sylvia Marsh için yarı yılan yarı insan diyebiliriz. Ama görüntü itibarıyla bir vampirden farkı yok. Kurbanlarını sivri ön dişleri ile ısırarak dönüştürebilen Lady Sylvia, bu yönüyle de vampir olmaya bir adım daha yaklaşıyor. The Lair of the White Worm için klasik bir vampir filmi diyemeyiz belki ama bu benzerlikler göz önüne alındığında “vampirimsi film” diyebiliriz sanki.

blank

Komiser Erny filmin başlarında telsizle merkezden yardım ister. Yardım dediysem kasabadaki karakolda zaten topu topu iki polis var. Kanlı canlı hiç göremediğimiz ikinci polisin telsizden gelen sesi Ken Russell’a ait.

Angus Flint’in arka bahçede bulduğu garip kafatasını yapmak için gerçek bir inek kafatası kullanılmış. İneğe ait dişlerin tamamı çekilerek yerine yeni dişler eklenmek suretiyle dev bir yılanın kafatası görüntüsü yakalanmak istenmiş.

Bir sahnede Lady Sylvia Marsh, Snakes and Ladders oyun tahtasını şömineye atar. Oyun tahtası ağır ağır yanarken kendi kendine “Rosebud” diye mırıldanır. Russell’dan Citizen Kane‘e (1941) koca bir selam.

blank

Ken Russell ile ucundan kıyısından temas etmiş ve bu temastan memnun kalmış herkese The Lair of the White Worm deneyimini tavsiye ederim. Yok Ken Russell ile işim olmaz diyorsanız, Hugh Grant’in henüz Hugh Grant olmadan önce, kariyerinin henüz başlarında iken rol aldığı bu film gibi başka Grant filmi bulamazsınız derim.

Öteki Sinema için yazan Murat Kızılca

blank

Murat Kızılca

1971 İstanbul doğumlu. Aylık online sinema dergisi CineDergi ve aylık kültür sanat dergisi kargamecmua için sinema yazıları kaleme alıyor. 2008 yılından beri katkı sağladığı Öteki Sinema’da bir yandan da editörlük görevini sürdürüyor.

1 Comment Bir yanıt yazın

  1. Hugh Grant gençliğinde drama filmleri, müzikal, biyografik işler yapmışdır. Aralarında rol aldığı bazı korku filmleri ve gerilimler vardır ama The Lair of the White Worm baştan sona saçmalıkdan ibaret bir film bence. Ken Russell dünyasına biraz yabancıyım ama şahsen filmin korkumu yoksa bir gençlik komedisimi olduğuna karar veremedim. Hugh Grant kendiside “uyuşturucu bağımlıları bu filmi seviyor” diye 2007de bir açıklama yapmışdır.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

AMER ve Giallo: Öteki’nin Tutkusu

AMER inanılmaz bir Giallo, mükemmel bir cinsel sapkınlık öyküsü, ana
blank

The Brood (1979)

Karşınızda benzersiz bir kült korku klasiği! İddia ediyoruz, The Brood,