28 Years Later... Bir sinefil gözüyle baktığımızda, cilalı prodüksiyonuna rağmen içerik ve ruh olarak ilk iki filmin gerisinde kalan, ticari kaygılarla şekillendirilmiş bir hayal kırıklığı bu film!
Polonya sinemasının övünç kaynaklarından Piotr Szulkin’in yazıp yönettiği O-Bi, O-Ba: The End of Civilization, etik meseleleri dert edinen ve inancın doğasını keşfe çıkan şahane bir post-apokaliptik drama. Herkese tavsiye ederim.
"Enter the Ninja," 1980'lerde Batı'da bir ninja çılgınlığı başlatmış ve birçok devam filmi ve TV dizisine ilham kaynağı olmuştur. ilm, Cannon Films'in "Ninja Üçlemesi"nin ilk filmi olarak kabul edilir. Bu üçleme, "Revenge of the Ninja" (1983) ve "Ninja III: The Domination" (1984)
Food Will Win the War, ABD Tarım Bakanlığı’nın siparişi üzerine, hem gıda sıkıntısı çeken müttefiklere umut aşılamak hem “bütün yiyeceğimizi Avrupa’ya gönderdiğimiz için bizler aç kalacağız” diye endişe eden halkın korkularını gidermek hem de Amerikan çiftçisinin çalışkanlığını övmek için yapılmıştır.
Tunus’un en iyi uzun metraj belgesel dalında Oscar adayı olan ve şu ana dek 21 ödül kazanan Dört Kız Kardeş adlı film, IŞİD’e katılan ablalar ve geride kalan bacıları anlatıyor. Aslında bu belgesel desen değil, kurmaca desen o da değil!
Hasan Ete’nin, çekimleri Hollanda’nın Rotterdam şehrinde yapılan İyi Ölüm isimli kısa filminin kahramanı eski bir polis olan Frank: “O insanlar için bunu yapabildiğimden dolayı mutluyum. Ölmek üzereler ve biz bunu yaptığımız için, güzel bir gün geçiriyorlar."
Melville’in kahramanları boyunlarını sarmaya başlayan, günden güne sıkılaşan ve sonunda onları öldürecek olan ilmeği filmin finalinde fark ederler. Le cercle rouge (Ateş Çemberi, 1970) filminin kahramanları da kaybetmeye yazgılıdırlar ve işin ilginci çok da umursamazlar.
Ninja Terminator, olay örgüsü bağlamında nereden tutsanız elinizde kalan, Garfield telefon, postacı oyuncak robot ve Fruit Ninja oyununa ilham veren(!) karpuz kesme antrenmanı gibi detaylarla daha da şenlikli bir hal alan, unutulmaz ninja filmlerinden biri.
Coen Kardeşler’in ilk filmi olan Blood Simple (1984), tekinsiz atmosferi, güçlü oyunculukları, harika müzikleri, yağ gibi akan kurgusu ve olağanüstü senaryosuyla dikkat çeken gerilim dolu bir neo-noir.
Touchez pas au grisbi, daha sonra Rififi, Bob le flambeur ve Le Cercle rouge gibi klasikleri derinden etkileyen, Amerikan Sineması etkisinde olmayan, Fransa’ya özgü ilk Fransız gangster filmi kabul edilmektedir.
“Bu sayfalardaki her şey gerçektir. Burada okunacak her olayı yaşadı Fransa’nın insanları.” Melville, başyapıtlarından biri kabul edilen Army of Shadows'u (1969) yazar Joseph Kessel’in aynı adlı romanından uyarlamıştı.
Niels Arden Oplev’in senaryosunu yazıp yönettiği ve kız kardeşinin gerçek hikayesinden esinlenen Rose (2022), bazı klişelerine rağmen izleyiciyi yakalamayı gayet iyi başaran bir film. Bunda en büyük pay Sofie Grabol’un.
Taciz, istismar ve pedofili gibi çok netameli konuları ustaca işleyen The Little Girl Who Lives Down the Lane, sağlam hikâye örgüsü ve muhteşem oyunculuklarıyla öne çıkan kayıp bir hazine.
Andrew Davis’in yönettiği Code Of Silence, pek açık vermeyen detaylı senaryosu, usta aktörler tarafından canlandırılan birbirinden ilginç yan karakterleri, unutulmaz sahne ve replikleriyle Chuck Norris’in seksenlerde çektiği en iyi aksiyonlardan biri.
Geçen gün Lawman’i üçüncü defa izledim ve daha önce gözümden kaçan çok önemli bir detay keşfettim, bu filmi Altman’ın McCabe & Mrs. Miller’ı ile birlikte 1971 yılının en iyi revizyonist westerni hâline getiren şeyi. Nasıl da ıskalamışım…
Breakheart Pass (1975), Charles Bronson’un 70’lerde çektiği en heyecan verici prodüksiyonlardan biri. Gizem/muamma filmi olarak başlayan, zamanla politik komploya evrilen ve tam bir western filmi gibi son bulan sıkı bir aksiyon filmi.
Evet, ilk bakışta The Book of Eli bir din propagandası gibi duruyor. Bu film, “misyonerlik filmi” damgası yemiş olsa da benim buna bir itirazım var, bana yazıyı yazdıran bu itiraz.
Cop Game, anormal yaz sıcaklarının hepimizi bunalttığı şu günlerde, kısa süreli bir kaçış için gerçekten eğlenceli, iyi bir kötü film arıyorsanız, kesinlikle doğru adres. Teşekkürler Bruno Mattei.
Microhabitat’ın trajediyle komedinin, kederle neşenin, düş kırıklığıyla yaşam sevincinin kol kola ilerlediği bir tarzı var. Sinema bileti alabilmek için kanını satan gençlerin yer aldığı bir film bu. Hep bir umut var ileride bizi bekleyen.
Macera duygusunun bir an olsun sekteye uğramadığı Tremors, gücünü ayrıntılarla dolu, sürprizlere gebe senaryosundan alan harika bir “canavar filmi”. Olağanüstü bir kadrosu var, neredeyse tüm oyuncular buradaki rolleriyle iz bırakmışlar.
Frank Darabont’un uyarlayıp yönettiği The Mist, gelmiş geçmiş en iyi ve en yaratıcı King uyarlamalarından biri. Dramatik çatısı güçlü, feci ölümlerle bezeli birinci sınıf bir korku filmi izlemek isteyen kaçırmasın.