I Am Not a Serial Killer (2016) 1 – I Am Not a Serial Killer 2016

I Am Not a Serial Killer (2016)

27 Ağustos 2016

Küçük bütçeli, bağımsız korku filmlerini seviyorum. Çünkü büyük bütçeli stüdyo filmlerinde pek rastlanmayan bir özene ve özgün hikayelere sahip olabiliyorlar. Üstelik aralarından bazen It Follows (2014) gibi kült olmaya müsait işler de çıkıyor. I Am Not a Serial Killer (Ben Seri Katil Değilim), o kadar olmasa da, bu senenin en iyi düşük bütçeli korku-gerilimlerinden biri.

Filmin kahramanı lise öğrencisi John (Max Records), Ortabatı Amerika’da sıkıcı bir sanayi kasabasında annesiyle yaşıyor. John’un en büyük özelliği raporlu sosyopat olması. Üstelik bu yetmezmiş gibi bir de annesi cenaze evi işletiyor. Her gün cesetlerin gelip Amerikan usulüyle tabutlanmaya hazırlanmak adına içlerinin açılıp kanlarının boşaltıldığı bu yerde John, “normal” kalmak için terapistinin telkinlerine sadık kalmaya kendini zorlarken, kasaba bir anda seri cinayetlerle sarsılınca, hikaye de enteresanlaşmaya başlıyor elbette.

Kasabada işlenen kanlı cinayetler, tüm hayatını cinayet eğilimlerini dizginlemeye çalışarak geçirmiş John’un ilgisini çekiyor ve John, katili aramaya başlıyor. Zaten John’un yaşadığı sıkıcı kasabada, son derece sınırlı bir sosyal hayatı var. John’un Christopher Lloyd‘un canlandırdığı karşı komşuları Mr. Crowley ve eşiyle kasabadaki diğer insanlara göre daha sıcak ilişkileri var. John’un dünyası okuldaki tek arkadaşı, annesi ve karşı komşularından ibaret.

Bu sıkıcı dünyanın ve sosyopat içgüdülerin de etkisiyle, polisin bir türlü bulamadığı katili eliyle koymuş gibi kısa sürede tespit eden John, katili izlemeye başlıyor. Ancak söz konusu seri katilin sıradan bir seri katil olmadığını anlaması, hayatında hiçbir duygu hissetmemiş John’u bile endişelendiriyor ve John’u düşük empatili zihniyle bu işe bir çözüm ararken buluyoruz.

Filmin yönetmeni Billy O’Brien. O’Brien İngiliz bir yönetmen ve I Am Not a Serial Killer, üçüncü uzun metrajlı filmi. Film aynı zamanda yönetmenin Amerika’da çektiği ilk film olma özelliğine de sahip. Yönetmen, 2005’te çektiği ilk uzun metrajlı filmi Isolation ile dikkatleri çekmiş, 2014’te de Scintilla ile bilimkurgu ana dalına da adım atmıştı. I Am Not a Serial Killer, Dan Wells‘in aynı adlı romanından uyarlama ve yönetmenin diğer iki filminde de olduğu gibi, korku ile bilim-kurguyu ya da fantaziyi birleştiren öğeler içeriyor.

I Am Not a Serial Killer 1

Diğer filmlerine de bakınca görülüyor ki O’Brien, düz korku ya da gerilim filmi yapmayı sevmiyor. Türler arasındaki geçişlerden, hikayeye katılan ufak merak unsurlarından ve küçük hareketliliklerden hoşlanıyor. İyi ki de öyle yapıyor, çünkü bu çaba O’Brien’ın filmlerine dinamizm katıyor. I Am Not a Serial Killer özelinde konuşmak gerekirse, her ne kadar son derece yavaş ilerleyen bir film olsa da, sonuna kadar sizi merakla hikayeyi takip etmeye zorlayan bir iş ortaya çıkmış. Max Records’un canlandırdığı sosyopat John, gayet kendinizi ilişkilendirebileceğiniz bir karakter olmuş. Belki biraz daha tedirgin edici ve soğuk canlandırılabilirmiş. Öyle olsaymış, muhtemelen film çok daha çarpıcı olurmuş. Ama bu hali de gayet doyurucu.

John, bir “peeping Tom” olarak başladığı avını, giderek katile yaklaşarak tamamlıyor. Büyük karşılaşma da, filmin sonu gelmeden cereyan ediyor. Finalde de olay bağlanıyor. Aslında film, bu bağlamda bazı klişelere hiç düşmemeyi başararak da izleyiciyi şaşırtıyor. Çünkü “şimdi herhalde şöyle olacak” diye beklediğiniz klişeler bir türlü gelmiyor ve katilin kimliğini filmin yarısında açıklayan bir film olarak, sonuna kadar izlettirebiliyor kendini. Üstelik burada belirtmeden de geçmeyeyim, katilin kimliğinin ortaya çıktığı o sahne, hayli şaşırtıcı ve sinematik açıdan da hayli göz doyurucuydu.

Baştan sona naturalist bir atmosferde ilerleyen, Rotten Tomatoes‘tan yüzde 75 taze damgasını almış, Amerika’nın ortabatı eyaletlerinin boğuculuğunu bize sakince yediren ve en önemlisi genç bir sosyopatı filmin kahramanı yapan bu küçük film, bir yanıyla bana Under The Skin‘i hatırlatıyor. Jonathan Glazer‘ın şimdiden kültleşmiş filmi Under The Skin kadar olmasa da, I Am Not a Serial Killer da insan derisinin altındakilere, insan naturasına ve “canavar”ların aramızda olduğuna dair felsefik satır araları da içeriyor.

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

3 Comments

  1. Bence de iyi gidiyor. Hatta I Am Not a Serial Killer’ı Isolation’dan daha iyi buldum ben. Bakalım bundan sonra neler gelecek..)

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

Monsters (2010): The Road’la District 9’ın Evliliği

Kısa bir süre öncesine kadar kıyamet sonrası filmleri saymaya kalksak,
The Shrine (2010) 5 – 7

The Shrine (2010)

The Shrine, Knautz’un Jack Brooks Monster Slayer’dan sonra çektiği 2.