Korku hayranlarını çizgiroman dünyasına çekme çabalarım tüm hızıyla devam ediyor. Alabildiğine kanlı bir çizgiroman serisi olan Crossed’u deneyip de pes eden hassas mideler için, bu sefer daha az vahşi bir seriyi masaya yatıracağım.
Öteki Sinema için yazan: Yigilante Kocagöz
2005-2007 yılları arasında 24 fasiküllük bir seri olarak yayınlanan Luna Kardeşler imzalı Girls, korkuya aç çizgiroman okurları için adeta bir gömülü hazine. Walking Dead ve Spawn gibi serileri bize kazandıran Image Comics, aslında tereddütle yaklaştığım bir yayınevi. Ancak Girls gibi çizgiromanlar Image’in kalitesini oldukça yükselten eserlerden, bu kesin.
Girls’ün hikayesi Amerika’da Pennytown isimli küçük bir kasabada geçiyor. Ethan, kasabadaki markette kasiyerlik yapan genç bir adamdır ve sevgilisinden ayrıldığından beri aşk hayatı yerlerde sürünmektedir. Barda çıkardığı bir kavganın ardından tekme tokat dışarı atılan Ethan, evine giderken yolda yaralı bir kadınla karşılaşır. Kadına yardım etmek için onu kendi evine götüren Ethan o gece tüm hayatını değiştirecek bir “one night stand” yaşayacaktır. Zira sabah olduğunda gizemli kadın Ethan’ın evini bir sürü dev yumurta bırakır. Yumurtalarda olgunlaşıp çatladıklarında ise içlerinden kadının birebir kopyaları çıkar. Ethan birden kendini bir sürü genç kadının babası olarak bulmuştur ancak olaylar bu kadarla kalmayacaktır. Pennytown, kaynağı belirsiz bir güç kalkanı ile çevrelenmiştir ve kasabadakiler dışarı çıkamamaktadır. En kötüsü de “Ethan’ın kızları” daha da çoğalmak istemektedirler, kasabadaki diğer tüm kadınları yoketmek ise garip bir şekilde içgüdüleri halini almıştır. Pennytown bir anda dünyanın en garip istila hikayelerinden birinin beşiği halini almıştır.
Girls’ün arkasındaki isimler Jonathan ve Joshua Luna, halen Amerikan çizgiromanındaki önemleri kavranamamış, muhteşem yetenekte iki sanatçı. İlk ciddi serileri Image’in bastığı sekiz sayılık Ultra isimli süperkahraman hikayesi olan Luna Kardeşler, bu projenin hemen ardından Girls’ü üretmeye başladılar. Girls’ten sonra ise The Sword isimli epik macera serisini tamamlayan genç kardeşler, üç projelerinde de kolay tutturulamayacak bir kaliteye imza attılar. Luna Kardeşler’in “kadın kahraman” temasına özel bir ilgisi var, hikayelerini büyük oranda kadın kahramanların gelişimi üzerine kurmayı tercih ediyorlar (Ultra’da gerçek aşkı arayan bir “heroine”in yedi günü anlatılırken, The Sword’da ailesini katleden yarı tanrılara karşı savaş açan genç bir kızın öyküsünü okuyorduk). The Girls ise tamamen zıt kutupta oluşturulmaya çalışılmış bir seri. “Gizemli kızlar” esas kötülerimiz. (Hikayede tasvir edildiği üzere) Büyük çekiciliğe sahip bu kızların tek istediği kasabadaki tüm kadınları öldürmek ve erkeklerle birlikte olup sayılarını çoğaltmak. İlk sayılarda absürt (ve belki de komik) olarak nitelendirilebilecek hikaye, seri ilerledikçe büyük bir gerilimi hatta trajediyi beraberinde getiriyor. “Doğurganlığın” bir korku öğesi olması pek alışık olmadığımız bir durum ve Luna Kardeşler bu fikri çok iyi işlemişler. Kasabadaki erkeklerin aileleriyle yaşadıkları sorunlar, yavaş yavaş kendilerini “kızlar”ın cazibesine teslim edişleri ve kasaba kadınlarının kendilerini “kızlardan” korumak için önlem alışları itinayla anlatılmış.
The Girls öyle farklı bir hikayeye sahip ki, özellikle korku literatüründe kadının konumu ile ilgilenenler seriyi okurken çözümü zor bir bulmacayla karşılacaklar. Yüzeysel bir bakış, bizi The Girls’ü kadın düşmanı olarak okumaya yönlendirebilir (Küçük bir kasabanın seksi çıplak kadınlar tarafından istilası). Zira bu hikaye, Luna Kardeşler tarafından işlenmeseydi bu okuma büyük ihtimalle doğru da olacaktı. Mevzu hikayenin ikinci yarısında kendini gösteriyor. Kasaba kadınlarının yönetimi ellerine alma çabaları ve erkeklerin herkes tarafından cezbedilmeye hazır “sperm bankaları” olarak görülmesi, The Girls’te alışıldık normları fazlasıyla değiştiren bir durum. Erkekler, “kızlar”dan uzak tutulması gereken ganimetlere dönüşöüş durumda. Hikaye boyunca herkes erkekleri elinde tutmak için savaşıyor. Klasik korku hikayelerinin “koruyucu” ve “kollanan” kimlikleri, The Girls’te çok zekice yer değiştiriyor. Yıllarca kadını meta olarak gören korku akımlarına, The Girls ile çok zekice bir eleştiri gelmiş oluyor böylece.
Çizimleri büyük bir yenilik sunmayan Girls, asıl çekiciliğini hikayesini Amerikan formatında olup bir manga akıcılığında sunmasıyla kazanıyor. Bu durum özellikle Luna Kardeşler’in bir sonraki serileri olan The Sword’da daha belirgin bir hal almakta. Çizimlerden ziyade, çizgiromanda iyi hikayecilik ve sayfa kullanımını deneyimlemek için Luna Kardeşler özel olarak takip edilmeli. Tavsiyem Girls’ün hemen okunup arası soğutulmadan The Sword’a başlanması yönünde. Çok ilginç ve keyif dolu saatler yaşayacağınıza eminim.