Casino Royale (2006) yeni bir James Bond’la bizi tanıştıran en iyi “giriş filmi” olabilir. Açılışından finaline dek makine gibi tıkır tıkır işleyen bir film ve ilk bakışta fark edilemeyecek kadar çok nüansla örülü.
Filmin polisiye türünde Türk sinemasında ilk ve tek olduğunu söyleyebilirim. Güncel politik tartışmalara girmekten ve halkın yanında durduğunu göstermekten çekinmeyen başka bir filmle karşılaşmadım.
Zıpçıktı, esasen bir Hollywood yapımı olan Problem Çocuk’un (1990) uyarlaması. Bir başka deyişle; çılgın bir rip-off. Neden mi çılgın? Gelin buna hep birlikte bir göz atalım.
Brandon ve Philip isimli iki arkadaş, kendi hayat görüşlerine uymadığını düşündükleri bir arkadaşlarını filmin henüz ilk dakikasında iple boğarak öldürürler.
La La Land şüphesiz Damien Chazelle’in en iyi filmi, Ryan Gosling ve Emma Stone’un ise en etkileyici performansları… Fakat ondan da öte son yılların en romantik düşü…
Rogue One: Bir Yıldız Savaşları Hikayesi, amacını aşan bir film. Açıkçası bu filmin olası başarısını Disney nasıl yorumlar bilinmez ama Rogue One’dan sonra Güç Uyanıyor’un boyası çizilmiş oldu!
Şeytanın Oğlu bu haliyle bir seyret unut filminden ötesi değil ancak bir vakit kaybı olmadığı da ortada. Sırf şeytan çıkarma hadisesine getirdiği bilimsel yaklaşım sebebiyle bile ilgi gösterilebilir.
Nazım Hikmet için birileri ‘’keşke kaçmasaydı’’ der demez Rahmi Eyüboğlu ‘’Sen hiç öldün mü, arkadaş?’’ diye sorar ve “ölüm” karşısında tek bir davranış şekli olmadığını söyler.
Eksiklerine rağmen tuhaf bir çekiciliğe, ciddiyete ve sürükleyiciliğe sahip olan Dört Hergele bir daha ispat ediyor ki Yılmaz Atadeniz-İrfan Atasoy iş birliği, aksiyon sinemamızın en safkan örneklerini ortaya çıkarıyor.
Kahramanlarına kazanırken kaybettiren, esas oğlanla esas kızı öpüştürmeyen, karanlık bir Yıldız Savaşları filmi bu. Yan hikâye dediklerine de bakmayın, Yıldız Savaşları filmi olduğunu Güç Uyanıyor’dan çok daha fazla hissettiriyor.