blankİspanyol sinemasının parlayan iki yıldızı Jaume Balagueró ve Luis Tosar’ı bir araya getiren film Mientras Duermes, mutluluktan intikam almanın derdine düşmüş “kötü bir adam”ın hikayesini anlatıyor.

Türkçeye “Ölüm Uykusu”, İngilizceye “Sleep Tight” (iyi uykular) olarak çevrilen Mientras Duermes (Sen Uyurken); Darkness (2002), [Rec] (2007), Frágiles (2005) filmlerinin Katalan yönetmeni Jaume Balagueró’nun son filmi. Başrolde ise Celda 211’in (2009) Malamadre’si, Los Lunes al Sol (Güneşli Pazartesiler/2002), También La Lluvia (Yağmuru Da/2010) gibi politik filmlerin başarılı oyuncusu Luis Tosar var. Yönetmeni ve başrol oyuncusu başarıları ile tanınan iki isim olunca da, ortaya iyi bir iş çıkacağını düşünüyor insan. Mientras Duermes, bu anlamda izleyiciyi hayal kırıklığına uğratmıyor. Sıradan bir sapık filmi gibi başlayıp insan varoluşunu ve insan zihninin en karanlık köşelerini sorgulatarak bitiyor. Filmi izlemeye başladığınızda “Balagueró neden böyle klişe bir işe girişmiş ki” diyorsunuz, film bittiğinde ise niyetin o olmamasına seviniyorsunuz.

César (Luis Tosar), tarihi ve lüks sayılabilecek bir apartmanda çalışan bir görevlidir. Genel anlamda güvenlikten, temizlikten, çatıdaki bitkilerden; kısaca apartmanla ilgili her şeyden sorumludur. César’ı sıradan bir kapıcı olmaktan ayıran özellik ise, hayattaki tek takıntısı olan güzel ve alımlı apartman sakini Clara’dır (Marta Etura). Ancak Clara’nın hayat dolu, iyi niyetli ve sempatik genç bir kadın olarak César’ın aklını başından aldığını sanıyorsanız, çok yanılıyorsunuz. César’ın her gece gizlice Clara’nın evine girmesini, sessizce yatak altında bekleyip uyuduktan sonra Clara’yı eter ile bayıltmasını, Clara uyurken evinde sinsi sinsi gezinip Clara’nın eşyalarını karıştırmasını basitçe “sapıklık” olarak değerlendiriyorsanız da, fena yanılıyorsunuz. Çünkü César’ın derdi, çok daha “derin”…

Açıkçası itiraf etmeliyim ki film başladığında Hilary Swank’ın başrolünü oynadığı The Resident’ın (2011) İspanyol versiyonunu izleyeceğimi zannedip üzülmüştüm. İzlenmek ve evde sinsice taciz edilmek modern zamanlar için son derece tehditkar bir korku olsa da, bu düzeyde benzer bir film daha izlemek istemiyordum. Lakin film de “güzel bir kadına duyulan onulmaz takıntı”yı işlemiyordu çok şükür.

Ana karakter César, basitçe anlatmak gerekirse, mutlu olma yetisinden yoksundu. Hayatının hiçbir anında mutlu olmamıştı. Mutlu olma yetisinden yoksun biri olarak da, diğer insanları mutsuz edebilmek ona hayata dayanabilme gücü sağlıyordu. Clara’ya olan takıntısı da bu yüzdendi zaten. Güzelliğine, hayat doluluğuna, yüzünden hiç eksik olmayan gülümsemeye vurulduğu için değil; tüm bu “kaliteli” özelliklerden tiksindiği için. Zaten o yüzden her sabah daha da yorgun uyanmasını, giderek çirkinleşmesini ve kadim korkularının uyanmasını sağlamak istiyordu. Tacizin amacı buydu. César’ın hayatta kalabilme motivasyonuydu, bir gün Clara’yı mutsuz görebilmek.  Halil Sezai gibi “Nerden bulur bu insanlar, ben mutsuzken gülünecek şeyleri?” diye soruyordu aslında basitçe.

blank

Baştan tereyağdan kıl çeker gibi ilerliyor işler César için. Clara öylesine sevgi dolu bir insan ki, oklar pek çok kereler César’ı gösterse bile, Clara César’dan şüphelenmiyor bile. Sonradan işler çığırından çıkıyor. Meseleye Clara’nın erkek arkadaşı Marcos da dahil oluyor ve César kontrolü kaybediyor. Lakin yine de olaylar dizisi César’ın yüzündeki tatmin olmuş ifade ile nihayetleniyor. Clara ise, hayat ışığını titreye titreye okuduğu bir mektupla sonsuza kadar kaybediyor…

Luis Tosar, César karakterini çok soğuk ve ruhsuz bir adam olarak işlemiş. Çok da iyi etmiş. Zira insanı dehşete düşüren, tedirgin eden bir adam olmuş César. Clara rolünde Marta Etura da oldukça başarılı; kişisel olarak benim de hiç hazzetmediğim her daim neşeli “hayat ne güzel, vapurlar filan” insanını oldukça başarılı oynuyor.

Jaume Balagueró son filmiyle hayat mücadelesinin güzeller ve çirkinler arasında değil; asıl mutlular ve mutsuzlar arasında cereyan etmekte olduğunu güzel ve sembolik bir anlatımla gösteriyor belki de. Belki de sadece mutsuz ve kötücül bir adamı, belki de Clara’nın “sınıf değiştirişi”ni, “masumiyetini yitirişi”ni sahneliyor. Ya da belki de amacı bunların hiçbiri değil. Ama amacı her ne olursa olsun, yalın ve etkileyici bir film yapmayı başardığı bir gerçek. Bazı hatalara ve senaryodaki bazı boşluklara rağmen Mientras Duermes, bu yılın izlenmesi gereken filmlerinden.

blank

Ezgi Aksoy

Sinema yolculuğu 80’li yıllar korku filmleriyle başladı. Ucuz filmlerle büyüdü. Sinema, yazından sonraki en büyük tutkusudur. Şuan LeMan, yeniHarman ve Bayan Yanı’nda araştırma dosyaları ve populer kült yazıları yazmakta ve medeniyet üzerine kafa yormaktadır.

1 Comment

  1. Şimdiye kadar seyrettiğim İspanyol filmleri yüzümü kara çıkarmadı ve bu da başarılıydı. Güzel gerilimdi.

Bir yanıt yazın

Your email address will not be published.

blank

Öteki'den Haber Al

Buna da Bir Bak!

blank

Macabre (1980)

Kör bir adamın yaşlı annesinin evinde kocasını başka bir adamla

La Setta / The Sect (1991)

La Setta, Deliria (1987), La Chiesa (1989) ve Dellamorte Dellamore