Avusturalya sinemasının kült klasiği Dead End Drive In, mütevazı ve eğlenceli bir film olarak distopya edebiyatı içerisindeki yerini hak eden bir yapım.
Michale Soavi’nin Dellamorte Dellamore filmi alışıla gelmiş Zombi filmlerinden ziyade Kara Komediyi andırıyor. Dellamorte Dellamore korkuyu, romans ve komediyle harmanlamış. Film dünya piyasasında Cemetery Man adıyla da bilinmekte. Filmimiz konusu gibi giriş sahnesi de oldukça ilginç ve sıradışı. İlk sahnede kamera bir
Paranormal Activity, izleyicinin gerçeklikle arasındaki duvarları yıkıp, ona becerebildiği en somut ve yalın şekilde bilinmeyeni sergilediği için takdire şayan bir film.
The Church İtalyan korku sinemasına aşina bünyeler için gerçekten zevkli bir deneyim olacaktır. Tempo ve hikâyedeki bazı aksaklıkları göz ardı etmek kaydıyla.
Kuşkusuz 70’ler ve 80’lerde Amerika ve Avrupa sinemasında rezil WIP (Women in Prison) filmler altın çağını yaşamaktaydı. Buna karşın Asya sinemasında ise Sukeban (kadın mafya) macera ve istismar filmleri erkek hayranların rüyalarını süslüyordu. Dönemin Pinku Violence filmlerine baktığımızda Sukeban Serisi işlenen macera
Safe, şehir insanının "güvenlik" duygusuna son derece basit ve sade bir şekilde saldıran, modern dünyanın içindeki yalnızlığın dipsiz kuyusuna iterek boğmaya çalışan bir başyapıt.
İlk bakışta muhteşem posteriyle sıradan bir intikam b-filmi olarak göze çarpan Exterminator, İlk Kan’ın yanında yer almayı hak eden bir Vietnam’dan eve dönüş filmi.
The Cannibal Man, yeni İspanyol korku filmlerinin sıradanlığı ve gereğinden fazla değer biçilmişliği göz önüne alındığında, daha da bir önem kazanıyor.
Bir hayli eğlenceli bir film olan Slugs: The Movie, devleşerek insanlara saldıran hayvanlar mitosunun en uçuk örneklerinden biri olmayı sonuna kadar hak ediyor.
Barbarella, zaman içinde olgunlaşmış ve yüceltilmiş bir kült filmdir. Her sinefilin mutlaka arşivinde bulunması gerekir. Jane Fonda'nın güzelliğine hayran kalarak seyredeceksiniz.